0Yorum

Zor Günleri Aşacağız

Her savaşın bir tekniği var: Taarruz, savunma, özel harp, gerilla. Ama hepsinde düşman belli… Ona karşı etkili olabilecek silah ve onu yok edecek savaş şekli de belli.

Ama şu anda savaştığımız koronavirüs ile ilgili hiçbir şey bilmiyoruz. Hastalığa yakalanınca kullandığımız ilaçlar deneme sınama yoluyla tespit edilebiliyor. Allah’tan ki bize biraz geç geldi. Bu salgını acı bir şekilde yaşayan ülkelerin tecrübelerinden yararlanıyoruz. Erken tanı konulanlar etkili ilaç protokolü ile hemen ayağa kalkıyor. Umut verici gelişmeler çok fazla ama tedbiri elden bırakmamak gerekiyor.

SİNSİ VİRÜS

1800’lü yılların son çeyreğinde susuzluk mücadelesi veren Ankara, Cumhuriyet’in kurulma aşamasından bugünlere kadar çok badire atlatmıştır. Kahraman başkentimizin insanı her türlü meşakkate göğüs germiştir. Koronavirüs ile mücadeleyi de disiplinli yaklaşımıyla, rehavete kapılmadan, umudunu yitirmeden atlatacaktır.

Kimden, nerede, nasıl, ne zaman bu virüsü kapabileceğimiz hiç belli değil. Yaşlı, genç kimde olduğu da… O nedenle çok dikkatli olmak gerekiyor. Çünkü düşman çok sinsi… 78 yaşında bir baba, 75 yaşında bir anne ve 40 yaşında bir oğul geçtiğimiz günlerde yakalandılar bu sinsi virüse. Anne baba iyileşip taburcu oldu ama maalesef 40 yaşındaki oğulları dördüncü gününde yenildi bu hastalığa ve aramızdan ayrıldı.

Koronavirüsten ağır hasar almak istemiyorsak çok dikkatli olmalıyız. Eğer ateşiniz 38 derecenin üzerinde ise hiç gecikmeden hastaneye gidip tomografi çektirin. Burunda koku ve ağızda tat alma duyunuzda hissedilir derecede kayıp varsa da sakın beklemeyin. Bu sinsi virüs mutlaka ağrı, öksürük ile çıkmayabiliyor karşınıza…

TEDBİRLERE UYALIM

Ankara, derli toplu bir şehir, kontrolü sağlamak daha kolay… Sosyal mesafe kuralına uymak ve maske takmak çok önemli… Manavdan sebze, bakkaldan ekmek, eczaneden ilaç alırken gönül rahatlığı içinde olmayın. Pozitif taşıyıcı olduğunu bilmeyen insanlardan biri daha önce bu yerlerde bulunmuş olabilir. Henüz farkında değildir. O nedenle hiçbir tedbiri göz ardı etmeyin.

İtalya’da başarıdan başarıya koşan iş insanı arkadaşım Hayri Ünder, üç ay önce Ankara’ya geldiğinde bana durumun çok ciddi olduğunu, bütün dünyanın bu olayı gizlemeye çalıştığını ve İtalya’daki o ünlü koronavirüslü gemiyi anlatmıştı. Gemidekilerin neredeyse hepsinin hasta olduğunu söylemişti. Zaman hızla akıp geçti. Konuşurken bile bir başkasından virüsün kolayca geçebileceği ikazında bulunan Hayri Bey, haklı çıktı. Şimdi kızı Serena ile dağ evinde kendini izole etti, bu zor günlerin geçmesini bekliyor. Geçtiğimiz hafta dişi apse yapıp ağrılar içinde kıvranırken, polisten izin alıp Cenevre’ye kadar dişçi aradı. Maalesef inanılmaz zorluklar yaşadı.

İspanya, İngiltere ve Japonya’daki dostlarımla da gün aşırı haberleşiyorum. Onlarla konuştukça daha da şükrediyorum. Türkiye tıbba verdiği önemle, doktorların ve tüm sağlık çalışanlarının özverili çalışmasıyla bu işin üstesinden geliyor. Güneşli günlere çok yaklaştığımızı hissediyorum.

UMUTSUZLUK ÖLDÜRÜR

1950’li yıllarda bir İngiliz şilebi Portekiz’den aldığı şarapları İskoçya’ya götürür. Demir attığı limanda yükünü boşalttıktan sonra şilepte çalışan denizcilerden biri unutulan şarap kolisi kaldı mı diye denetlemek üzere soğuk hava deposuna girer. Onun içeride olduğunu fark etmeyen başka bir denizci ise kapıyı dışarıdan kapatır. Soğuk hava deposunda mahsur kalan denizci, var gücüyle bağırır, çelik duvarları yumruklar ama kimseye duyuramaz sesini. Çakısıyla içeriden açmaya çalışır kapıyı, mümkün değildir. Boş şilep, yeni yükünü almak üzere Portekiz’e doğru yola çıkar.

Mahsur denizci, depoda açlıktan ölmeyecek kadar yiyecek bulur. Ama deponun dondurucu soğuğuna fazla dayanamayacağının bilincindedir. Kapıyı açamayan çakısıyla çelik duvarlara kendisini bekleyen ölüm sürecini yazmaya, daha doğrusu kazımaya başlar.

  Günbegün adeta bilimsel bir titizlikle soğuğun vücuduna önce uyuşturucu sonra yavaş yavaş öldürücü etkilerini, el ve ayaklarının nasıl duyarsızlaştığını, donan burnunu ve buz gibi havanın dayanılmaz yakıcılığını anlatır.

Şilep, Lizbon’a demir attığında, soğuk hava deposunun kapısını açan kaptan, zavallı denizcinin cesediyle karşılaşır. Duvarlara kazıdığı acılı sonunu okur ve kendisi de hayretten dona kalır.

Çünkü soğuk hava deposunun derecesi 19’dur. İskoçya’ya götürdükleri şarapları 18 derecede taşınmayı gerektirmiş, şilep yükünü boşalttıktan sonra soğutma sistemi zaten kapatılmış olup, kendi haline bırakılan deponun sıcaklığı bir derece de yükselmiştir.

Yani biçare denizci donarak ölmemiş, donduğunu sandığı (ya da donacağına inandığı) için ölmüştür. Paniğin bağışıklık sistemini yüzde elli zayıflatan etkisi olduğu söylenir. İnsan zihni inanılmaz oyunlar oynayabilir. Korku çoğu zaman iyidir, sizi hayatta tutabilir. Ama panik her zaman kötü sonuçlar verir. İnsanın boş kaldığı ve amaçsız hissettiği anlar ise zihnine en kolay yenildiği anlardır.

GÜZEL GÜNLER YAKIN

Umudunu kaybedince insan, her şeyini kaybediyor. O nedenle umudu asla yitirmemek lazım. Bayramdan sonra Ankara’da çifte bahar yaşanacak. Her taraf cıvıl cıvıl olacak. Kara bulutlar üzerimizden gidecek. Kademeli olarak kafeler, restoranlar açılacak. Sevdiğimiz dostlarla bir araya geleceğiz. Evde yapımı zor olup, restoranlarda özlediğimiz yemeklere kavuşacağız. Yine birbirimize doya doya sarılacağız.

Ve bir sabah uyandığımızda kabus bitecek. Virüs terk edecek dünyayı… İnanın bu günler çok uzak değil. Hayatta sürpriz gelişmelere de kalbinizde açık bir yer bulunsun her zaman. En etkili ilacın bulunmasının an meselesi olduğu, aşının çok daha kısa sürede devreye gireceği gibi…

Gemide ölen denizci gibi korkunun bizi öldürmesine izin vermeyelim. Yıllardır her hafta sonu verdiğim tarifleri evde denemenizin tam zamanı. Yemek yapmak müthiş bir terapi sağlıyor. Kafanızdaki kara bulutları dağıtıyor. Müzik dinlemek, kitap okumak, belki de uzun zamandır özlediğimiz şeylerdi.

Zamanı durdurmak olanaksız… Bence geri sayım başladı. Tedbiri elden bırakmadan, temkinli davranmaya devam ederek güzel günlere yaklaşıyoruz.

Çok fazla ders verdi koronavirüs bizlere… O nedenle ekonominin yarattığı tahribatı da çok hızlı atlatacağız. Ralliye başlayacağız. İhmal ettiğimiz alanlarla daha çok ilgileneceğiz. Tarım ve balıkçılık gibi… İnsanların hayatını idame ettirici yiyecek ve protein kaynaklarının, tarım ürünlerinin kesintisiz sağlanması için şapkamızı önümüze koyup daha çok çalışacağız.  

Yeni bir süreç başlıyor. İnanarak, çalışarak, açgözlülüğü bırakarak, paylaşarak daha güçlü Türkiye ve daha güzel günlere doğru yol alacağız. İyi pazarlar.

Yorum Yazın