Dünyanın En Büyük Gemisinde Bir Hafta

Mart ayının son haftası Ankaralı bir grup dostumla birlikte aylarca basında gündemden düşmeyen, dünyanın en büyük gemisi Oasis of the Seas ile Doğu Karayipler’e gittik. Problemsiz bir yolculuktan sonra Frankfurt üzerinden Miami’ye vardık. Marriott Biscayne Bay Oteli resepsiyon görevlileri yorgunluğumuza biraz daha yorgunluk kattı. Uzun bir süre check-in için beklememiz, grubumuzda bulunan Türkiye’nin saygın beş yıldızlı otellerin sahiplerini hayrete düşürdü.

Miami’ye gidip canı kabuklu deniz ürünleri yemek isteyen herkes Joe’s Crab Shack’in yolunu tutar. Ama biz bilinmeyen daha iyileri bulmak için yola düştük. Birgül Kayum hanımefendinin Miami’de yaşayan Ankaralı yeğeni Alican rehberimiz olunca bizi doğruca Rustic Inn Crab House’a götürdü. Daha önce ismini duyduğum mekana doğru yönelince 15 saatlik uçak yorgunluğum gidiverdi.

YENGECİN MABEDİ

İçerideki salonlarda 500 kişi civarında müşterinin yemek yediği restoranda bir saat kapıda sıranızın gelmesini beklemenin ve mikrofonla anons edilerek içeriye kabul edilmenin nasıl bir duygu olduğunu yaşamak lazım. Çok az sayıda garsonun bu kalabalığa servisi hiç aksatmadan hizmet vermesi hepimizi şaşırttı. Amerika’da çok yaygın olan kırmızı soslu acılı Manhattan clam chowder (bir tür balık çorbası) ve beyaz soslu New England clam chowderı başlangıç olarak denedik. Kırlangıç balığı çorbası veya lahoz yanağı çorbası duysa isyanımıza ne derdi acaba?

Ama Alaska yengecinin ortadan bölünmüş ve üzerine dereotu ve kıyılmış maydanoz serpiştirildikten sonraki halini görünce durum değişti. Bu müthiş lezzet, diyeti de kilo alma sorununu da bize unutturdu. Arkasından gelen sarımsaklı Golden Crab (altın yengeç) ve bir çeşit de bölgesel yengeç olan Stone Crab (kaya yengeci) müthiş lezzetlerdi. Lokanta biraz salaş ama çok sıcaktı. Bir müşterinin doğum günü olduğunda bütün masalar kutlamaya katılıyor, ellerindeki tahta takozlarla tempo tutuyorlar. Hesabı Ali Kayum arkadaşım ödedi ama mesleki araştırma çerçevesinde bilmem gerektiğini söyleyince fiyatı öğrendim. Altı kişilik bir masa için gayet makuldü.

Ertesi sabah kahvaltıdan sonra Fort Lauderdale limanına hareket edecektik. Kahvaltıda yaşadığımız bir tatsızlığı tartışırken otelin muhasebe sorumlusu müdahale etti ve sorunu çözdü. Bu beyefendi Sivas’ın Zara ilçesinden 17 yıl önce diyar-ı gurbetlere gitmiş ve Marriott Otel’in en has, güvenilir elemanı olmuş olan Ali Aslan. Ayrıca ikinci bir işi var. Press Design firmasının da sahibi. Tişörtlere baskı yapıp toptan satıyor.

Gemiye biniş saatimizde limana geldiğimizde devasa gemi karşısında heyecanlanmamak mümkün değil. Pek çok gemi ile seyahat yapmama rağmen Oasis’i gördükten sonra Oasis ve diğerleri diyebilirim.

Odalar beş yıldızlı otel konforunda, aktiviteler en ultra tatil köyünde bulunanlar gibi. Canınız sörf mü yapmak istedi, özel havuzu var. Dağa mı tırmanmak istediniz? Ya da yorgun vücudunuza modern bir SPA merkezinde masaj mı yaptırmayı arzuladınız? Veya jakuzide tropikal bir kokteyl mi yudumlamak istediniz? Aklınıza gelebilecek her şey var bu gemide.

Hele şovları gözlerinizle görseniz inanamazsınız. Geminin içinde buz pisti var ve paten yapılıyor. İnanılmaz gösteriler sergileniyor. Özellikle bir su şovu var ki dudaklarınız uçuklar. Sahne gösterileri Broadway’i aratmayacak düzeyde. Amerika’nın pek çok kasabasından büyük bir nüfusa sahip Oasis gemisini tam anlamıyla öğrenmenize bir haftalık süre yetmez. Geminin 5’nci katında muhteşem bir çarşı, çarşının ortasında da bir bar var, siz içkinizi yudumlarken ağır ağır geminin yukarısına çıkıyor. İçkiniz bittiğinde tekrar uzay gemisi şeklindeki bar yere inmiş oluyor. Aynı kattaki pizza salonunda kendi isteğinize göre pizza hazırlanıyor ve ücretsiz. Hemen karşısındaki cafede çay, kahve ve birbirinden güzel mozzarella peynirli sandviçler de ücretsiz. Hemen yanında güzel bir bar var. Alkollü içkiler ücretli. Tüm bu kattaki cafe, bar ve restoranların sorumlusu Derya Esen isimli Samsun doğumlu bir Türk kızı. Antalya’ya taşınmışlar ama 15 yıldır Karayipler’de denizin üstünde hayatını kazanıyor. Çok çalışkan ve başarılı.

Gemide 24 restoran bulunuyor. Tüm bu restoranların yönetimi Mustafa isimli bir Türk’e ait. İtalyan mutfağından Çin mutfağına, Meksika mutfağından Japon mutfağına kadar her türlü seçeneği bulabilirsiniz. Central Park’taki Chops Grille Restoran’da (New York’tan değil geminin 8’nci katından bahsediyorum. Çünkü New York’taki Central Park’ı gemiye taşımışlar, ağaçlar canlı) şef masası var. Şef spesiyal ürünlerini orada tattırıyor. Şef masası tek bir masa ve 14 kişi oturuyor. Şef ve garson servis yapıyor ve her yemek hakkında bilgi veriyor.

Dining Room’un müdürü de Türk. İsmi Mustafa Acar. Kendisi Artvinli. 15 yıldır Royal Caribbean firmasında çalışıyor. Portekizli bir bayanla evli ve bir çocuk sahibi. Dining Room’un şef garsonu Yılmaz Komşu. Bu restoranın 1’inci katında 1100 kişi, 2’nci katında 960 kişi, 3’üncü katında 940 kişi yemek yiyor.

Bursa doğumlu Rıza Karaca, Samsunlu Kadir Şen, İzmirli İsmail Dilmaç, Siirt’in Eruh ilçesinden Ali Özgür Altay ve toplam 25 Türk personel, gemi personel başarı grafiğinin zirvesindeler.

Geminin su üstünde 18 katı bulunuyor. Su altındaki dört kat ise yakıt deposu, su deposu ve kilerden ibaret. Dizel yakıtta çalışıyor. 158 bin grostonluk. Gemi kapasitesi 6200 kişi, personel kapasitesi ise 2400 kişi. 61 ülkeden personel çalışıyor. Bir restoranda 35 değişik ülkeden personel var.

DEVASA MUTFAK

Denizde seyrettiğimiz bir gün geminin Executive Chef’i Avusturyalı Johan Petutschnig’ten randevu talebimiz oluyor ve saat 11:00’de Opus Dining Room’un üçüncü kat girişinde buluşuyoruz. Yardımcısı Executive Sous Chef Thomas Kortenjan bize eşlik ediyor. Alman asıllı Şef Thomas bizim Türk olduğumuzu duyunca çok seviniyor. Kız kardeşi Side’de turizmle ilgileniyormuş. Balık restoranı sahibi olduğumu öğrenince gemideki balıkların dondurulmuş ve pek iddialı olmadıklarını söyledi. Mutfağa ilgi duyan sadece dört kişiydik. Eski Turizm Bakanı Işılay Saygın, Ankaralı işadamı Yüksel Bolayır ve mutfağa meraklı eşi Sevgi Bolayır ile çok teferruatlı incelemeler yaptık.

Mutfak pırıl pırıldı. Bütün malzemeler paslanmaz çelikten yapılmış. Bulaşıkhanede dört ayrı otomatik makine var. Günde 100 bin tabak yıkanıyor. Dört farklı renkte çöp kovaları var. Sarı çöp kovasında yiyeceklerin artıkları imha ediliyor, denize ve balıklara atılmıyor. Kırmızı çöp kovalarında plastikler biriktirilip gemide yakılıyor. Mavi çöp kovalarında alüminyum kutular eziliyor, limanda imha ediliyor. Gri çöp kovalarında ise şişeler toplanıp kırılıyor ve sahilde satılıyor.

Aşçılarda ise mavi fular takanlar gemide ilk kez çalışanlar, sarı fularlılar usta, kırmızı fularlılar ise en az beş yıl çalışanlar. Gemide 348 mutfak çalışanı var. 226 aşçı ve 122 temizlikçi, 24 restoran ve 24 ayrı mutfak var. 40 aşçı aynı anda bir mutfakta, bir saat içerisinde 1100 porsiyon ana yemek hazırlıyor.

Haftada 16 bin kg tavuk göğsü, 6 bin kg ıstakoz, 14 bin kg karpuz, 10 bin kg kavun, toplam 810 ton yiyecek ve içecek tüketiliyor. Alımlar sadece Miami limanından yapılıyor, ara limanlarda ikmal yapılmıyor. Kalite kontrol çok uzun zaman alıyor. Kontrol departmanı her cuma günü kontrole başlıyor.

Gemide 2 bin 200 kişi çalışıyor. Aşçıbaşı dört ay çalışıp iki ay tatil yapıyor. Mutfak ziyaretimiz pasta bölümünde sona eriyor. Şef bizim için pasta yaptırmış, “Bunlarda kalori yok” diyor. Tadıyoruz, enfes! Işılay Hanım İzmir’in en sevilen politikacılarından. Çantasından bir torba çıkartıp mutfak ziyaretine gelemeyen dostlarıyla bu lezzeti paylaşmak için dolduruyor içine. Paylaşmasını çok seviyor.

Gemide muhteşem bir yürüyüş parkuru var. Her gün kilometrelerce yürüyen bir sürü insan görüyorum. Okyanus rüzgarını soluyarak spor yapmak da ayrı bir keyif.

48 saat denizde seyrettikten sonra St. Thomas adasına geliyoruz. Bir tur alıp önce Great House’a gidiyor, hem tropikal ormanları hem de turkuaz rengi denizi doyasıya seyrediyoruz. Dönüş yolu üzerinde siyahi şoförümüz ani bir fren yapıp geri geri geliyor. Hep birlikte ağacın üzerindeki yaratığı görüp bağırıyoruz. Kocaman bir iguana sanki bize “Adaya hoş geldiniz” diyor. Megans Plajı’nda iki saat yüzüyoruz. Çok susadığımız bir anda Yüksel Bey’in 15 yıldır St. Thomas’ta yaşayan eski bir arkadaşı Musa Erdem ile birlikte bir sandık buz gibi bira ve meşrubat getirişi bizi çok sevindiriyor. Dönerken deniz uçaklarının limana inişini izliyoruz. Muhteşem panoramik bir manzara. Çarşıda alışveriş yapabilirsiniz. Birbirinden güzel markalar satan mağazalar var. Kıyafet, saat, elektronik, kamera çok ucuz. Çünkü adada vergi yok. Avrupa ve Amerika’nın jet sosyetesi cirit atıyor.

St. Maarten adası da ayrı bir doğa harikası. Danimarka, Hollanda ve Fransızlara ait üç bölge var. En güzeli Fransız bölgesi. Botlarla sahile gidebiliyorsunuz. Sahilde turkuaz renkli sularda hayalinizi gerçekleştirmiş olmanın verdiği mutlulukla serinliyorsunuz. Çarşıda pırlanta satan dükkanlar çok fazla miktarda. Marka saatler oldukça ucuz. Sahilde cafe, bar ve restoranlar çok. Green House isimli restoran marinanın içinde temiz bir servis yapıyor.

Geminin son durağı Bahamalar’ın başkenti Nassau’ya vardığınızda başka bir dünyada olduğunuzu görüyorsunuz. Kısa bir şehir turundan sonra dünyanın en güzel otellerinden biri olan Atlantis’e gidiyoruz. Otele giriş ücretli. Devasa bir akvaryum var. Kral daireleri köprünün üzerinde ve geceliği 25 bin dolar. Balayına gelen birçok çift var. Çarşıda bir Yunan lokantası var. Gemiler buraya hayat veriyor. Adaların güzelliği kadar gemide kalmak da çok zevkli. Çünkü bu gemide sadece “yok” yok. Çocuklar için lunapark bile düşünülmüş. Kesinlikle gemiye içki götürmeyin, girişte el koyuyorlar.

Miami’de kontrolde en mutlu anımız pasaport polisinin Ankaralı Mesut Bey isminde bir Türk olmasıydı.

Lufthansa ile uçuyorsanız biraz dikkatli olun. İlaç kullanıyorsanız su filan istemeyin, hostesten fırça yiyebiliyorsunuz. Bagajlarınıza dikkat edin, iki gün sonra Avrupa turu attıktan sonra size kırık halde gelebiliyor, benden hatırlatması!

Yorum Yazın