Çin’den İki Sertifikayla Döndüm

2009 temmuz ayında, Türk-Çin Dostluk Derneği üyeleriyle birlikte Çin’in sahil kenti Shanghai’a hareket ettik. 10 saat süren bir yolculuktan sonra uçak iner inmez kendimizi dışarıya atmak istedik. Ancak Çin Halk Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı’nın talimatı gereği domuz gribi salgınına karşı tüm yolcuların ateşinin ölçüleceği anons edildi. Astronot gibi, bembeyaz kıyafetleriyle sağlık görevlileri içeriye girerek, tek tek tüm yolcuların alınlarına ışınlarla ölçüm yaptılar. Kontrol bittikten sonra uçaktan ayrıldık, havaalanında biraz dinlendikten sonra şehir merkezine doğru yol aldık. Dört-beş katlı yolların görkemiyle bizi hayrete düşüren Shanghai kenti gerçekten büyüleyici. “Doğu’nun parlak incisi” adı verilen Pearl Tower TV kulesi ve Dünya Finans Merkezi’nin olduğu 104 katlı ışıldayan kule, birbirleriyle yükseklik yarışına girmiş. Hiçbir şehrin gündüzünden çok gecesini keyifle bekletmez insana. Ama 2009 yılındaki global krizin etkisiyle belli bir saatten sonra şalter indiriliyor ve eskisi gibi ışık yoğunluğu yok. Devlet erkanının üst düzey yöneticilerinin ağırlandığı JinJiang Oteli’nde konaklıyoruz. Çok uluslu dünya markaları Çin’in her yanını sarmış. Otelin lobisinde dünyaca ünlü Mövenpick dondurma standı var. Ürün adaptasyonu yaparak tropikal meyveler kullanmışlar. Uyumları gayet başarılı. Yeni gördüğümüz her şeyi deniyoruz. Ama Kahramanmaraş’ın süt, şeker ve salepten yapılanı hiçbir şeye değişilmez!

Sabahın ilk saatlerinde, nemli Shanghai havasını teneffüs ederek Zhujiajiao (Cucaco) Antik Kasabası’na doğru yol alıyoruz. İki adımda bir geleneksel, bambuya sarılarak yapılmış, Çin yemeği kokuları arasından nehre geliyoruz. TÜTAV Başkanı Kemal Baytaş’ın giysileriyle aynı renkte minicik iki balık veriyorlar elimize. Baytaş, “Türkiye’nin mutlu geleceğine” diye dua ederek balıkları yaşaması için suya atıyor. Biz de dilek tutup balıkları nehirdeki yaşamlarına iade ediyoruz. Çinliler burayı Venedik’e benzetiyorlar. Zaten biraz sonra gondola benzeyen sandallara binerek nehir gezintisine çıkıyoruz. Sandallar beş kişilik olduğu için Celal Kahraman ve Erol Aksoy bizi takip eden diğer sandalla geliyorlar.

Shanghai Belediye Başkanlığı’nın Dostluk Derneği Başkanı Zhou Murao, Huangpu Nehri kenarındaki muhteşem Yacht Club’ta heyetimize akşam yemeği veriyor. Nehrin en hakim yerinde Türk Tanıtma Vakfı Başkanı Kemal Baytaş, Yavuz Donat, işadamları Celal Kahraman ve Erol Aksoy, Danıştay Üyesi Mustafa Temel Koçaklar, Has Otomotiv ve Hastur’un sahiplerinden Latif Karaali kendi konularıyla ilgili sohbete girişiyorlar Mr. Murao ile. İstanbul’a gelmiş ve hayran kalmış. IMKB’deki endeksi merak ediyor. Finans piyasalarıyla pek ilgili. Latif Bey, hemen cep telefonundan bakarak endeksle ilgili bilgileri aktarıyor. Çin’de pek çok ev hanımı borsayla ilgileniyormuş, işsizliği önlemede çok önemli araç diyorlar. Nehirde gezinti yapan gemiler şıkır şıkır ışıklarla donatılmış. Yük gemileri vızır vızır ama görüntü kirliliği yaratmasın diye ışıksız geçiyorlar.

ÇİN MUTFAĞI FARKLILIKLAR YARATIYOR

Çin’de yediğiniz her yemeğe Çin mutfağı demek yanlış. Her bölgenin kendine özgü mutfağı var. Yat kulübünde yediğimiz yemekler Güney Kanton (Dim Sam) mutfağından seçilmiş yiyecekler; sebzeli konsome balık çorbası, bal ile tatlandırılmış sığır eti, vakumlanmış karides, baş aktör Kanton ördeği. Mutlaka her yemekte balık var. Balık, Çin’de zenginlik ve bolluk göstergesi. Bengur fish (okyanus balığı) ikram ediliyor. Levreğe benzeyen bir tat. Arkasından zizani dedikleri patates ve sebze tabağı. Yemeğin sonunda temsing denilen Çin tatlısı ve yeşil çaylı dondurma. Yemeği yerken bir ara Mr. Murao nehrin karşı yakasını işaret ediyor ve “Deniz sığ olduğu için gemi ile yanaşamıyorduk. Bu yüzden 35 km’lik köprü yaptık” diyor. “Çıldırmış bunlar” diyoruz. Evet, tam 35 km’lik köprü yapmışlar!

Shanghai’da gündüz kalabalık bir şehirle ve bisiklet seliyle karşılaşıyorsunuz. Siz de kiralayabilirsiniz. Yol boyunca büyük alışveriş binalarının park yerlerinde binlerce bisikleti görmeye alışırken, bir o kadar da şemsiyenin açık raflara kilitlendiğini görüyoruz. Şemsiye ve bisiklet parkı. Yaz aylarında burada her zaman şemsiye kullanılıyor. Yağmurda ve güneşte Çinliler’in vazgeçemediği aksesuarlardandır şemsiye. Bir renk cümbüşü oluşuyor. Dantelli, resimli, pastel, çiçekli, kağıt, kumaş, hepsi rengarenk.

Nanjing Caddesi’nde ünlü marka mağazaları toplanmış. Yabancı olduğunuz anlaşılıyor ve hemen yanınıza geliyorlar. Çanta, saat gibi taklit ürünlerin satıldığı ucuz dükkanlara çekiştiriyorlar sizi. Hepsi iyi niyetli, onlara kızmamak gerek. Ama peşlerinden de gitmeyin.

İSTANBUL LOKANTASI

Uygur kökenli bir Çinlinin açtığı İstanbul Lokantası’nın dekoru muhteşem. Buram buram Anadolu kokuyor. Kütahya’da yaptırılmış çok özel tabaklar. Çok emek harcanmış her bir köşesine. Ancak müşteri sayısı azdı. Belki de öğlen olduğu içindir. Aşçıbaşı Bolulu Murat Usta ile tanıştık. Gayretli ama yemekleri için lezzetli diyemedik. Biraz kendini geliştirmesi lazım. Kendisine gerekli nasihatta bulunduk. Kaburgacı Selim Amca gibi birileri burada restoran açsa, kuyruklar oluşur emin olun. 20 milyonluk bir şehirde sürekli dolu olmak lazım. Ne yaparsan yap, en iyisini yap. Bütün insanların damakları lezzetli yemeklere olumlu tepki verir.

Çince sokak levhalarının altında İngilizcesi yazdığı için kolayca gezebilirsiniz. Yalnız siz siz olun otelden çıkarken gideceğiniz yerlerin Çince yazılışlarını da resepsiyona yazdırın. Taksi şoförlerinin çoğu İngilizce bilmiyor. Petrolde dışa bağımlı olmasına rağmen taksi fiyatları çok ucuz. Cezalar da çok ağır olduğu için kolaylıkla taksiye binebilirsiniz. Yollar 5-6 katlı olduğu halde bile yeterli değil artık. Hele seneye “Expo 2010”da trafik işi nasıl çözülür bilemiyorum. Şehrin her tarafı şimdiden şantiye alanına dönüşmüş bile.

Yu Yuan Bahçesi çok etkileyici. Kapıda güç ve kuvvet simgesi büyük bir ejderha sizi karşılıyor. Bahçenin içindeki kırmızı ve sarı balıklar harika görünüyor. Kırmızı uğur, sarı bolluk anlamına geliyor.

8 Temmuz akşamı yine nehrin kenarında yeni açılan Chow Changa Lokantası’ndayız. “Güzel Çin’in Güneyi” anlamına geliyor. Başkonsolos Murat Ülkü’nün konuğuyuz. Yardımcısı Anıl Kayalar. İkisi de heyecan dolu. Bu kez yurt dışında görev yapan Dışişleri personeli beni çok umutlandırdı. Genç, yetenekli, vizyon sahibi ve Türkiye’nin nasıl kalkınacağının tam bilincindeler. Yürekleri kıpır kıpır. Bir zamanlar Ankara’da Şili Büyükelçisi Pedro Barros vardı. Şili şaraplarını, Türkiye üzerinden Avrupa’ya, Rusya’ya hatta Çin’e kadar nasıl tanıttı ve başarılı oldu bir bilseniz.

Başkonsolos Murat Ülkü, enerji dolu, kıpır kıpır ve Türkiye-Çin ilişkilerine son derece hakim. Kendisinden herkesin istifade etmesi lazım. Chow Changa’daki yemekte Siçuan mutfağı hakimdi. Bu bölgeyi geçen yılki deprem felaketinden hatırlarsınız. Başlangıç olarak, ördeği minik parçalara ayırıp baharatlarla çevirmişler. Tıpkı kokoreç lezzetinde. Çöpte karides, soğanla birlikte sote edilmiş. Mandarin fish dedikleri balık çok ünlü. Yine ballı, acılı bir sos kullanmışlar. Tarak kroket yapmışlar, ballı sosa bulamışlar. Arkasından muhteşem bir tofu (soya fasulyesi peyniri) geliyor. Acı, bu mutfağın baş tacı. Restoranın girişinde yüzlerce kilogram acı biber sergilenmiş.

SHANGHAI’DA GECE HAYATI

Xintiandi’de barlar sokağı var. Cıvıl cıvıl. Sigaranın fazla üstüne gitmiyorlar. Tiryakileri gözardı etmemişler. Gece hayatı çok renkli. Ama yabancıların büyük çoğunluğu, yorgunluklarını ayak masajı yaptırarak atıyorlar. Masaj salonları çok ciddi, temiz ve ucuz. Çalışanların hepsi eğitim almışlar ve sertifikalı. Ayak parmağınızdan, vücudunuzda rahatsız olan bir uzvunuzu anlayabiliyorlar.

ATA YURDU MOĞOLİSTAN

İkinci durağımız İç Moğolistan’ın Hohhot şehriydi. İç Moğolistan Özerk Bölgesi Dostluk Derneği Başkanı Li Gongge’nin sıcak karşılamasıyla Hohhot’a geldik. Shangri-La Oteli’ne yerleştikten hemen sonra Moğol Restoranı’na geldik. Hepimizin önünde içinde et suyu bulunan, elektrikle çalışan derin bir kap bulunuyordu. 8-10 çeşit jambon inceliğinde pembemsi etler dönen camla birlikte önümüzden geçiyordu. Çubuklara alıp tempura gibi pişirdik etleri. Ancak kabın içinde yağ yerine et suyu vardı. Baytaş’ın sevdiği şeyleri bildikleri için bol bol soğan, sarımsak ve tüm yeşillikler ile ginseng ve muskat da vardı. Yemekten çok mutlu ayrıldık. Shangri-La Oteli’nin sahibi Pakistanlıymış. Girişte bize kokteyl vermek istedi ama süt fabrikası programını aksatacağı için katılamadık. Şehirde, dünyanın sayılı süt fabrikalarından Yili Grubu’na ait bir fabrikaya götürdüler. Aslında fabrikaya gitmekte de nazlandık. Türkiye’de Sütaş, Pınar gibi pek çok ünlü tesisi gezmişti çoğumuz. Fabrikanın girişinde, Çince “Hoşgeldiniz Türk Dostlar” yazan duygulandırıcı bir pankart vardı. Çok öncelerden hazırlık yapmışlar. İki ay önce Putin ziyaret etmiş bizim gitmekte nazlandığımız tesisi. Fabrikada süt, yoğurt, dondurma gibi pek çok ürün üretiliyor. Fakat sessizlik hakim. Çünkü işlerin çoğunu robotlar yapıyor. Paketleme, yükleme, depolama hep robotların elinde. Hiçbirisi nazlanmıyor, sigara molası istemiyor, amirlerine kızmıyor!

Hohhot, caddeleri, meydanları ile tam bir şehircilik örneği sergiliyor. Akşam yemeğinde hiç yabancılık çekmiyoruz. Haşlama et, kanı temizleyen ağaç mantarı ve kuzu kaburgası. Topkapı rakısıyla öyle uyum sağlıyor ki.

Ertesi sabah İç Moğolistan Müzesi’ni geziyoruz. Milyonlarca yıl önce yaşamış mamut ve dinazorlar, Jurassic Park’ı anımsatıyor. Muhteşem, görülmeye değer bir müze. Cengiz Kağan zamanından kalma Dazhao Tapınağı’nı gezdikten sonra Gegentala Bozkırı’na hareket ettik. Üç saatlik yeşil cennetten geçerek konaklayacağımız turistik bölgeye geldik. “Yurt” adı verilen modern, lüks çadırlarda kaldık. Kendimi önce Edirne’de hissettim. Çünkü karşımıza 10 tane pehlivan geldi ve ikişer ikişer güreş tuttular. Sonunda şampiyon belli oldu ve alkışlarla er meydanından ayrıldılar. Ardından, genç kızlı erkekli bir grup atlarla muhteşem bir gösteri yaptılar. Ata yurdunda gelenekler aynen sürüyor. Kahvaltıda önümüze kurutulmuş kaymak, yoğurt ve sıcak süt gibi yiyecek ve içecekler geliyor. Tıpkı bir Anadolu kasabasında kahvaltı ediyormuşuz gibi. Her yerde Cengiz Kağan’ın fotoğrafları var. Markette, deriden, elde yapılmış güzel bir balık maketine rastladım ama oldukça büyük olduğu için taşıma zorluğu çekeriz diye almaktan vazgeçtim. Gece odun ateşi yakılarak gösterilere devam edildi. At başı çalgısıyla izleyenler coştu. Şarkılar söylendi bozkırın ıssız gecesinde. Moğolistan’da at çok önemli bir sembol haline gelmiş. At, onların her şeyi. Yol boyunca uzun yeleli yaban atlarından bol miktarda gördük. Belli ki atlar koruma altında. Yüzlerce modern çadırın bulunduğu Gegentala Grassland Tour Center’da atların hışırtılarıyla mışıl mışıl uyuduk. Gegentala Bozkırı’na Güney Çin’den binlerce turist geliyor, birkaç gün konaklayıp sabahın erken saatlerinden, akşamın karanlığına kadar bozkırda atların üzerinde dolaşıyorlar. 5 bin km uzunluğunda, 1700 km genişliğinde büyük bir ülke olan İç Moğolistan’ın sadece iki buçuk milyon nüfuslu Hohhot şehrini gezmekle yetinerek, Pekin’e doğru yola çıkmak üzere havaalanına gidiyoruz.

PEKİN ÇOK DEĞİŞMİŞ

Pekin’e 10 ay önce gitmiştim. Son birkaç yıldır konakladığım oldu. Ama son görüntüsü beni büyüledi. Kuş yuvası olarak adlandırılan Devlet Stadyumu, çelik konstrüksiyonun muhteşem kullanımıyla, üstüne basa basa dünyada bundan mükemmeli olamaz dercesine inşa edilmiş. Bir hafta evvel burada bulunan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün girdiği kapıdan girdik. 91 bin kişinin oturabildiği devasa yapı, tehlike anında 15 dakikada tahliye olabilecek şekilde tasarlanmış. Kemal Baytaş ve Yavuz Donat, olimpiyatları burada izledikleri için bizim kadar hayretle bakmıyorlar. Celal Kahraman, Erol Aksoy, Latif Karaali, Mustafa Temel Koçaklar şaşkınlıklarını gizleyemiyorlar ve bol bol fotoğraf çekiyorlar. Olimpiyatların açılış gününde Pekin’e sağanak yağmur yağıyor. Fakat stadyuma damla düşmüyor. Sahanın etrafına bulutları dağıtan bir düzenek yapmışlar; yağmuru püskürtüyorlar. Aslında stadyumun üzerini de kapatacaklarmış ama İngiltere’deki stadyumun çökmesinden sonra vazgeçmişler. Hele hele stadyumun önündeki meydanın uzunluğunu çıplak gözle gerçekten göremedim. Uçsuz bucaksız bir alan. Elektrik direkleri bile bir sanat eseri gibi yapılmış.

Su kübü olarak adlandırılan Devlet Olimpik Yüzme Havuzu ise yine dünyada eşine benzerine rastlanmayan bir özellikte. Suyu içilebiliyor. O kadar büyük ki içinde bir adet kano dolaşabiliyor. Estetik muhteşem. Protokol tribünü dışında 17 bin kişi karşı tribünde oturarak yarışmaları izleyebiliyor.

Bir diğer çılgın yapı olan Devlet Tiyatrosu’nu görünce artık pes diyoruz. 4 bin kişi aynı anda tiyatro izleyebiliyor. Opera, sinema, tiyatro aynı binada. Tiyatronun ön tarafı göl. 80 m’lik giriş holünün üzeri cam. Gölün sularını kafanızı kaldırınca görüyor ve gölün altından yürüyerek tiyatroya giriyorsunuz. Böyle romantik girişle zaten tiyatroyu izlemeye başlamış gibi hissediyorsunuz kendinizi.

ÇİN SEDDİ’NE ASANSÖR YAPILMIŞ

Bu sefer kafaya koydum: Çin Seddi’ne tırmanıp sertifika alacağım diye. Hastur’un sahibi Latif Karaali ile birlikte bir hayli tırmandık. Ama Temel Koçaklar çok kararlı olarak zirveye doğru yürüdü. Bir ara sırılsıklam terlediğini, alnından boncuk boncuk terlerin aktığını gördüm. Mardin’i tüm dünyaya tanıtan Vali Bey, “Ölmek var, dönmek yok” diye tutturunca bu duvarın tamamının 6500 km olduğunu hatırlattık ve üçümüz de fotoğraf çektirip tırmandığımıza dair sertifikalarımızı aldık.

DÜNYANIN EN İYİ ÖRDEK LOKANTASI

Pekin’de konakladığımız Regent Oteli, çok merkezi yerde bulunuyor. Yanında bir galeri var. Dünyanın en pahalı arabaları Rolls-Royce, Lombardini, Maserati burada. Galeri sahibi çok memnun. En ucuzunun, 471 bin dolardan başladığı bu arabalar peynir ekmek gibi satılıyor. Otele çok yakın bir Pekin ördeği lokantasına gidiyoruz. Günler öncesinden dolu bir yer. Asansörün kapısında Çin Dostluk Dernekleri Başkanı Chen Haosu bekliyor ve bize yemek salonuna kadar refakat ediyor. Bakan düzeyinde ve Shanghai’ı yaratan kişinin oğlu. Babasının Shanghai’da heykeli var. Yemeğe başlamadan önce Kemal Baytaş, ünlü ressam Eşref Çallı’ya yaptırdığı, Haosu’nun kocaman portresini hediye ediyor. İnanılmaz duygusal anlar, alkışlar. Geçen gelişimizde de fotoğrafını Kavaklıdere’nin Angora şarabına monte ederek kendisine bir koli şarap hediye edilmişti. Bu manzarayı ve Baytaş’a gösterilen bu ihtimamı gördükten sonra değerli devlet erkanının bu koca çınardan ziyadesiyle yararlanması gerektiğine inandım. Quanjude Roast Duck Lokantası, bütün dünyaya nam salmış. 487.356’ncı ördek bize servis edilmiş. 1864’ten beri çalışan bu lokantada kralların ve imparatorların yemek yediği salonu bize tahsis etmişler. Duvarlardaki tablolar en az 100 yıllık. Gözlerimi kapatıp asırlar öncesinde gezindim bir ara. Sonra gözlerimi açtım ve garson kız ördeği salatalık, ısıtılmış pırasa yaprakları ve sos ile sarıp ikram ediyor. Muhteşem bir lezzet, muhteşem atmosfer. Sanat eserlerinin gölgesinde tarihi yaşayarak çok lezzetli yemek yiyoruz.

ÇİN’DE GECE HAYATI

Çin’de gece hayatı oldukça renkli. Gece kulüpleri ve barlar sokağı tıklım tıklım dolu. Avrupa’nın ünlü markaları, dev alışveriş merkezlerinde ve ünlü caddelerin köşelerinde yerlerini almışlar. Çin’de kapitalizmin yarattığı zenginler, bu mağazalardan orijinal Louis Vuitton, Gucci, Ferre, Versace gibi markalara avuç dolusu paralar harcıyorlar.

ALIŞVERİŞTE SHAQ SÜRPRİZİ

Pekin’de alışveriş yapacaksanız size tek bir yer önereceğim: “Silk Market”. Her zaman tıklım tıklım dolu. Alışveriş için ayıracağınız zaman çok ise altıncı katta açık büfe yemeklerin bulunduğu bir kafeterya var. Pek çok ünlüyü mağazada görmek mümkün. Biz ikinci katta alışveriş yaparken NBA’li basketbolcu Shaquille O’Neal alışveriş için geldi. Ama korumalarıyla birkaç dakika sonra ayrılmak zorunda kaldı. Çünkü inanılmaz bir izdiham oldu, yüzlerce flaş patladı. Tezgahtar kızların hepsi işi bırakıp peşine düştü, yaya trafiği kilitlendi. Çin’in kendine özgü koton, ipek kumaşlardan yapılan ürünleri çok kaliteli. Taklit ürünlerden ziyade kendi ürünlerini tercih ederseniz çok memnun kalırsınız. Bir de oolong, jasmine ve yeşil çay almadan dönmeyin. Silk Market’te asla ilk söylenen fiyatı ödemeyin. Mutlaka pazarlık yapın.

Çin seyahatimiz boyunca bize refakat eden, bir saniye yanımızdan ayrılmayan, Çin’in uluslararası yayınlar yapan radyosunda görevli, mükemmel Türkçesi olan Tang Jiankun (biz ona ilk günden beri telaffuz zorluğu çekiyoruz diye Hakan ismini taktık) ve Dışişleri’nde görevli Daire Başkanı Lin Yi, inanılmaz misafirperverlik örneği gösterdiler. Bize hiç yabancılık çektirmediler. Son gün Mr. Yi’nin bir ricası oldu: “Ben de kendime Türkçe isim istiyorum” dedi. Kısa bir çalışma yapan Temel Bey, uzun yaşamak anlamına gelen Yaşar ismini uygun gördü. Yaşar ismini çok benimseyen Yi, bizi uçağa bindirene kadar başka isim kullanmadı. Bundan sonraki yazışmalarda da Yaşar ismini kullanacağını söyleyerek mutluluk tebessümleriyle bizleri uğurladı.

Yorum Yazın