0Yorum

Unutulmayan Güzelliklerin Yaratıcıları

Hava çoktan kararmış, maraton koşusu sonuçlanalı bir saati geçmişti. Seyircilerin neredeyse tamamı stadyumu boşaltmış, temizlik görevlileri etrafı toparlamaya başlamıştı. Sonra kalan birkaç seyirci de yerlerini terk etmeye hazırlanıyordu ki stadyumun giriş kapısından siyahi bir atlet gözüktü. Koşmuyordu, sekme ile yürüme arasında bir hareketle bitiş çizgisine ulaşmaya çalışıyordu.

Yüzünden, aksayan ayağından dolayı ıstırap çektiği belli olan Tanzanyalı atlet John S. Akhwari sonunda bitiş çizgisine ulaşmayı başardı. Akhwari, 1968 Olimpiyatları’ndaki bu koşusuyla spor tarihine geçti. Ama bunun nedeni, yarışı birinciden saatler sonra bitirmesi değil bitiş çizgisine ulaştıktan sonra gazetecilere söyledikleriydi.

Tanzanyalı atlet yarış sırasında bir kaza geçirmiş ve yaralanmıştı. Tedavisi yapılmıştı ama bacağı hala kanıyordu. Buna rağmen devam etmeye karar vermiş ve kalan birkaç seyircinin takdir dolu alkışlarıyla yarışı bitirmişti.

Daha sonra yanına yaklaşan gazeteciler sordular:

“Yarışı kazanma şansınızı zaten yitirmiştiniz, neden bitiş çizgisine ulaşmak için kendinizi zorladınız?”

Atlet, bu soruya şaşırdı ama verdiği cevap soruyu soran gazetecileri utandırmaya yetti:

“Çünkü halkım beni buraya yarışa başlamam için değil, yarışı bitirmem için gönderdi.”

Can Pulak, yaşamı uzun bir maraton olan çok değerli bürokrat, gazeteci ve Türk aydınıdır. Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Başdanışmanlığını yapmış, sağ kolu olmuş Can Pulak, hayattan hiç kopmayan, vefalı, dost canlısı bir insandır.

UZUN ÖMÜRLÜ DOSTLUKLAR

Yakın zamanda kaybettiğim dostum Ali Kayum’un cenaze töreni öncesi fazla ayakta kalınca yan taraftaki çay salonunda kısa bir süre dinlenmeye geçtik. Bu esnada Türk Tanıtma Vakfı Başkanı Kemal Baytaş’a; “Kemal Ağabey, 54 yıldır ilk kez ağladığını gördüm” diyen Pulak’ı biraz daha yakinen tanımış oldum. Yarım asırdan fazla bir süreden bahsediyordu dile kolay…

Geçen yıl kaybettiğimiz efsane denizci Sadun Boro ile ölümünden üç ay önce Trilye’de buluşup ahtapot testi yaparken Boro ile konuştuğu anılar o kadar eskiye dayanıyordu. Sadun Boro ile uzun yıllardır kıyıların korunması için verdiği uğraş onun en büyük mücadele örneklerindendi.

Görevinden emekli olduktan sonra bir köşeye çekilip yaşlanmayı beklemedi Pulak. Telaffuz ettiği yıllar gerçekten inanılması zor gözüken uzaklıklar.

Dostluğuna her zaman güvenilen, insani ilişkileri çok güçlü olan, dostlarının “Can Ağabeyi” olarak anılan Pulak, çok özel bir kişiliktir. Hani meşhur “Mezara kadar dostluk” sözü onun için söylenmiştir belki. Hiçbir çıkar ilişkisi beklemeden herkesin yardımına koşar, üşenmeden yorulmadan sonuna kadar yanınızda olur.

SOHBETİNDEN HİÇ SIKILMAZSINIZ

Can Pulak’ta o kadar çok anı, o kadar çok fıkra var ki saatlerce dinleseniz sıkılmaz ve yakın tarihe ilişkin pek çok konuyu öğrenirsiniz. İnanılmaz ikna yeteneği ve inandırıcılığı vardır. İnsanların güvenini kazanmıştır her şeyden önce.

Sadun Boro ile Trilye’ye geldiklerinde okyanuslarda yediği iri ve lezzetli ahtapotlardan sonra Türkiye’de sert, çiğnenmesi zor ahtapot olduğunu söyleyip, ihtiyatlı yaklaşan Sadun Boro tabağındaki ahtapotu peşin yargılı davranarak geri gönderdi. Can Bey, müdahale edip ahtapotu tekrar istetti ve Sadun Boro çok beğenince; “Ahtapotun güzeli nasıl olur tarif eder misin Sadun Ağabey?” diye muzırca yem attı. Sadun Boro da sazı eline alıp anlatmaya başladı:

“Ahtapotu pişirmeden önce yere yatıracaksın. Üzerine kayınvalidenin fotoğrafını sereceksin, büyük bir sopayı alıp 40 defa vuracaksın. Ondan sonra kazanda kaynatacaksın!”

NAİM SÜLEYMANOĞLU’NU GETİRDİ

Halterin efsane ismi, dev adam Naim Süleymanoğlu, 1986’da Avustralya’da gerçekleşen Dünya Halter Şampiyonası’nda dünyanın gündemine oturunca, Cumhurbaşkanı Özal ve Basın Danışmanı Can Pulak gururla izlemekte ve Bulgaristan’a yaptığı tanıtımı kıskanmaktadırlar. Cesur fikirleriyle hep harikalar yaratan Can Bey birden ortaya atılır; “Efendim, emredin Türkiye’ye getireyim ve Türk vatandaşı yapalım” der. Özal gülümseyerek “Çok iyi olur ama biraz zor” der. “Zoru başarırız, imkansızda biraz zorlanırız” diyen Pulak görevi Özal’dan alıp iki gün sonra Avustralya’ya ulaşır ve Naim Süleymanoğlu ile görüşür. Bulgaristan’ın Kırcaali bölgesinden olan Süleymanoğlu, “Çok isterim, vatanım tabi ki Türkiye” der ve çok duygulanır. Can Pulak, “Haydi haydi topla bavulunu götüreyim seni” deyip ikinci gün uçağa koyup Türkiye’ye getirir efsane halterci Süleymanoğlu’nu. Üst üste aldığı altın madalyalar ile ülkemizin bayrağını başka ülkelerde, başka kıtalarda dalgalandıran Cep Herkül’ü Naim Süleymanoğlu’nun Türkiye’ye getirilişi de Can Pulak’ın böyle cesur bir macerası ile gerçekleşmiş olur.

DENEYİMLERİNİ AKTARIR

Turizmin dünyaya açılmasına, Türkiye turizmine oldukça önemli emeği geçen Can Pulak, deniz aşığıdır. O yüzden de uzun yıllardır Bodrum’da yaşamaktadır. Tekne, deniz onun vazgeçilmezidir.

Kendisine her konuda büyük destek veren zarif eşi Şeyda Hanımla da pek çok müşterek zevklerde birleşirler.

Türk turizminin önündeki engeller ile ilgili, “Hastalığın teşhisini doğru koyarsak, duygusallık yerine mantık çizgisine sadık kalırsak ve önümüzdeki krize dünyanın sonu olmadığına inanarak akılcı çözümler üretirsek problemi en az zararla göğüsleyebiliriz” diyen Can Pulak, deneyimlerini, bilgilerini, sezgilerini ülke menfaatleri doğrultusunda hep aktarmayı bilmiştir. Turizmle ilgili yabancılara hayat sigortasından, yaşlı turizmine, sağlık turizmine kadar pek çok önerisi zaman içinde kabul görmektedir. İç turizmin canlandırılıp özel kredilerle kendi insanımızın otellerde tatil geçirip piyasayı canlandırabileceğini de dile getiren Pulak, sık sık yurt dışı seyahatlerine gidip gözlemler yapmakta ve izlenimlerini internet ortamında yazdığı yazılarla paylaşmaktadır. Dubai’ye gittiği zaman çölü nasıl pazarladıklarını, nasıl turist çektiklerini en ince detayına kadar inceler, Türkiye için çıkarılması gereken dersleri anlatır. Gemi seyahatine çıktığında bu cruise’ların Türkiye’deki limanlara nasıl turist getirebileceği konusunu düşünür, kafa yorar. Bitmek bilmeyen bir ülke sevgisi vardır Can Pulak’ta.

Çok zor zamanlar yaşamış bir insan olan Can Bey, hayattaki her zorluğun üstesinden gelmesini bilmiş, yaşamın devam ettiğine inanmış ve her gün yeniden doğan güneşin peşine takılıp güler yüzünü hep aydınlatmasını bilmiştir.

Gerçekleri, doğru bildiklerini söylemeyi de her zaman ilke edinmiştir.

Serçe ile kedi öyküsünü duydunuz mu hiç?

Soğuk bir kış günü küçük bir serçe yerde donmak üzeredir. O sırada oradan geçmekte olan bir inek tam serçenin üzerine pisler. Sıcak pisliğin üzerine düşmesiyle donmaktan kurtulan serçe, dışkının sıcaklığıyla keyfi yerine gelmiş bir halde kafasını pisliğin dışına çıkartarak sevinçle, var gücüyle ötmeye başlar.

Kuşun sesini duyan aç bir kedi hemen oraya gelir. Kuşu pislikten çıkartır, önce onu bir güzel temizler ve sonra da oturup afiyetle yer!

O nedenle felaket anında üzerinize pislik atan, her zaman düşmanınız değildir.

Boğazınıza kadar pisliğe gömülmüşken şarkı söylemeyin. Sizi pislikten kurtarıp temizleyen her zaman dostunuz değildir.

Gerçek dost uzakta olsa bile daima kalbimizdedir. İyi pazarlar.

Yorum Yazın