0Yorum

Ankara’dan Londra’ya

Yüzlerce yıldır olimpiyatlarda bir mil dört dakikanın altında koşulmamıştır. İnsanların kafasında “Bir milin dört dakikanın altında koşulması mümkün değil” yargısı güçlenmiştir. 1954 yılında Rogger Bannister isimli atlet bir mili dört dakikanın altında koşarak zihinlerde engel oluşturan düşünceyi paramparça etmiştir. O yıl içerisinde tam 37 kişi Bannister’dan sonra dört dakikanın altına inmiştir. Ne oldu da bu insanlar yüzlerce yıl başarılamayan işin üstesinden geldiler? Bir kişinin imkansız denilen olayı başarması diğer insanların pozitif düşünmesine yol açmıştır. Hüseyin Özer Türk mutfağı üzerine söylenmiş olumsuz görüşleri tek kalemde çizen bu konuda devrim yaratan, tabuları yıkan çok değerli bir Anadolu çocuğudur.

SOFRA RESTORANLARININ YARATICISI

Tokatlı Hüseyin Bey otobüse binip gittiği Londra’da ekmeğini kazanmak için bulaşıkçılık, fırıncılık yapmış ve hayat mücadelesinden galip çıkmış, kraliçenin bile gıpta ettiği, İngilizlerin çok sevdiği ünlü Sofra Restoranlarını yaratmıştır. 1997 yılında Hüseyin Özer’in Londra’daki Sofra Restoranlarından, kaldığımız otele çok yakın olan ünlü Selfridge alışveriş mağazasının hemen arkasındaki şubesine rezervasyon yaptırmadan gitmiştim. Hafta arası sessiz sedasız gittiğim bu mekanda bakalım yazılanlar gerçek mi balon mu diye gözlem yapacaktım. Yarım saat kapıda bekleyip ikram edilen şarabı içmiştik Mahmure ile. Sırayla içeri alıyorlardı nazik servis elemanları. Masa boşalınca bizi de davet ettiler. Hani ağzı olan herkes konuşuyor ya, Türk mutfağında ana yemeği, sıcak ve soğuk başlangıçları nasıl sunacaksınız diye! O, Türk mutfağına tepeden bakan, küçümseyen insanlara, yabancılara nasıl sevdireceğiz diyenlere çok güzel cevap vermişti yıllar önce bile yapmış olduğu sunumlarda. Haklı bir üne kavuşan Özer’in restoranları bu işi yapmak isteyen herkese örnek olmuştur Londra’da.

DÜNYANIN TÜRK ŞEFLERİ

Genpower firmasının sponsorluğunu yaptığı, bugün saat 10:30 itibariyle TRT Türk kanalında yayına başlayan ve her hafta aynı saatte yayınlanacak olan “Dünyanın Türk Şefleri” programının çekimleri için Londra’daydık. Tabi ki böyle bir programın konukları arasında Hüseyin Özer ilk sıralarda yer aldı. Özer’in tesadüfen bir yerlere gelmediğine bir kez daha tanık oldum. Dört restoranı arasında her gün 10-12 km’yi yaya olarak mekik dokuyor. Nedense ülkemizde Hüseyin Özer gibi hizmet sektöründe zirveyi yakalamış insanlara pek önem verilmiyor. Böyle kişilere pek çok ayrıcalık sunmak lazım. Çünkü ülkemizin tanıtımını o kadar güzel yapıyor ki! Bir ülke için bundan güzel reklam olabilir mi? Müşterileri hep yabancı. Türk yemeklerine bayılıyorlar ve Türkiye hakkında imajları değişiyor. Türkiye’yi merak edip ülkemize geliyorlar. Böyle yetenekli, titiz bir şef çıkardığı için Türkiye’ye saygıları artıyor.

AKILLARA SIĞMAYAN ÇILGINLIK

Küçücük çocukken tek başına geldiği Ankara’da köylülerinin vasıtasıyla haftalık 10 lira ücretle işe başlayan Hüseyin Özer, sabahın erken saatlerinde kalkıp Ulus’ta çakmaklara gaz dolduruyordu. Banklarda ve sokak aralarında geceyi geçiriyordu. Anıttepe’deki Damla Pastanesi’nde günlük 1 lira yevmiye ile bulaşıkçılığa başlayan Özer daha sonra Necatibey Caddesi’ndeki bir pastanede günlük 2,5 lira yevmiye ile işe başladı ve ilk parasıyla siyah bir ceket sahibi oldu. O gün bugündür hep siyah-beyaz kendine ait bir tarzda giyinir. Bir süre sonra da İsmet Paşa’da Lale Lokantası’nda iş bulup iyi para kazanmaya başladı. Kendisi için bir kömürlüğü dizayn etti, ikinci el ayakkabı, kot pantolon ve yatak satın aldı. Biraz daha para kazanınca da ranza yaptırdı. 15 yaşında Ankara’dan İstanbul’a göç eden Özer, Yakacık’ta bir restoranda işe başladı. İki senede şef komiliğe yükseldi. Kazandığı parayı hep eğitime harcıyordu. Kendisine İngilizce öğretmeni tutan Özer’in hedefi büyüktü. Bir süre sonra Londra’ya gitme kararı aldı ve otobüsle İngiltere’ye gitti.

ZORLU BİR YAŞAM

Londra’daki ilk iş yeri bir dönerci oldu. Lokantanın bodrumunda yatan Hüseyin Bey pazar günleri restoranın kapalı olmasından istifade ederek alafranga tuvalette banyo yapıyordu. Eve taşındı, işini ilerletti. Hem de öyle ilerletti ki dünyanın en ünlü insanlarının Londra’da uğrak yeri olan restoranlar yarattı. Prens Charles’tan, Kraliçeye, Başbakana, parti genel başkanlarına, lordlara, sinema sanatçılarına varıncaya kadar herkesin akınına uğradı Sofra Restoranları. Parmak ısırttırdı herkese. Yumurta pişirmesini bilmeden eleştiri yapan gurmelere şapka çıkarttırdı Özer. “İşte Türk mutfağı böyle lezzetli olur, böyle güzel sunulur, ürün adaptasyonu böyle yapılır” dedi. Herkese örnek oldu. Ön yargılı yabancılara adeta ders verdi. Kısa zamanda köşe dönmeye çalışan, iyi malzeme kullanmayıp mutfağımızı karalayanlara da “Bu iş böyle yapılır, dürüst olun, uzun dönemli düşünün” dedi. Yıllar onu haklı çıkardı. Açılan pek çok restoran tası tarağı topladı. Ama Hüseyin Bey aynı heyecanla işlerini başarıyla yürütüyor.

TÜRKİYE SEVGİSİ

İngiltere’nin en zenginleri arasına girse de onun içinde bir aşk vardı. O aşk Türkiye aşkıydı ve hiçbir zaman sönmedi. Tokat’ın Reşadiye İlçesi’ndeki köyünün ağaçlarında yetişen elmaların kokuları burnundan hiç eksik olmadı. O ülkesinden uzak kaldıkça güzel Türkiye’sine olan sevgisi kat kat arttı. Sorumluluğu da öyle elbette. Çünkü o adada ülkemizi temsil ediyor. Bayrağını ve ülkesini çok seviyor. “Her zaman ülkemin kulu olurum” diye pek çok beyanatta bulunuyor. CNN, Kanal D Euro, ATV Euro gibi pek çok kanalda Master Chef olarak programlar yapıyor.

ROLLS ROYCE’A ANNESİ KIZDI

Malikanesinde oturup, Ferrari’ye binerken de kişiliğinden, mütevazılığından hiçbir şey kaybetmedi. Türkiye’ye bir ziyaretinde, köye sıfır kilometre Rolls Royce araba ile gidince annesinden fırça yedi. “Oğlum bunca yıldır çalışıyorsun bu külüstür araba ile gelinir mi?” diyen annesine gülücük fırlattı. Yüzlerce Türk öğrenciye kucak açtı, elinden tuttu, her zaman göğsümüzü kabarttı. Sana çok şey borçluyuz sevgili Hüseyin Özer. Seninle gurur duymamak mümkün değil. Ankara’ya ara sıra geldiğinde hayranlarından fırsat buldukça Trilye’ye gelen Hüseyin Özer’in ülke sevgisi tüylerimi diken diken eder. Bu kadar şöhrete ve imkana rağmen benliğinden hiçbir şey kaybetmeyişi onun yüce özelliğindendir. Var olmak mı, varlıklı olmak mı? Sen hep var ol Hüseyin Özer! Varlığın hepimize güç verecektir. Hayat yolunda karşımıza çıkan zorluklar, bizi güçlendiren, olgunlaştıran ve yetiştiren fırsatlardır. Yaşamak için bir nedeni olan herkes, her sıkıntının üstesinden gelebilir. Tanrı her kuşun rızkını verir fakat yuvasına koymaz.

Yorum Yazın