0Yorum

Yılların Eskitemediği Markalar

Ünlü bir profesör sınıfa girip karşısındaki öğrencilerine kısa bir süre baktıktan sonra: “Bugün zaman yönetimi konusunda deneyle karışık bir sınav yapacağız” dedi. Kürsüye yürüdü, kürsünün altından kocaman bir kavanoz çıkarttı. Arkadan kürsünün altından bir düzine yumruk büyüklüğünde taş aldı ve taşları büyük bir dikkatle kavanozun içine yerleştirmeye başladı. Kavanozun daha fazla taş almayacağından emin olduktan sonra öğrencilerine döndü ve “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu. Öğrenciler hep bir ağızdan “Doldu” diye cevapladılar. Profesör: “Öyle mi?” dedi ve kürsünün altına eğilerek bir kova mıcır çıkarttı. Mıcırı kavanozun ağzından yavaş yavaş döktü. Sonra kavanozu sallayarak mıcırın taşların arasına yerleşmesini sağladı. Sonra öğrencilere dönerek bir kez daha “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu. Bir öğrenci “Dolmadı herhalde” diye cevap verdi. “Doğru” dedi profesör ve gene kürsünün altına eğilerek bir kova kum aldı ve yavaş yavaş tüm kum taneleri taşlarla mıcırların arasına nüfuz edene kadar döktü. Gene öğrencilerine döndü ve “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu. Tüm sınıftakiler bir ağızdan: “Hayır!” diye bağırdılar. “Güzel” dedi profesör ve kürsünün altına eğilerek bir sürahi su aldı ve kavanoz ağzına doluncaya kadar suyu boşalttı. Sonra öğrencilerine dönerek “Bu deneyin amacı neydi?” diye sordu. Uyanık bir öğrenci hemen: “Zamanımız ne kadar dolu görünürse görünsün daha ayırabileceğimiz zamanımız mutlaka vardır” diye atladı. “Hayır” dedi profesör, “Bu deneyin asıl anlatmak istediği, eğer büyük taşları baştan yerleştirmezseniz küçükler girdikten sonra büyükleri hiçbir zaman kavanozun içine koyamayacağınız gerçeğidir!” Öğrenciler şaşkınlık içinde birbirlerine bakarken profesör devam etti: “Nedir hayatınızdaki büyük taşlar? Çocuklarınız, eşiniz, sevdikleriniz, arkadaşlarınız, eğitiminiz, hayalleriniz, sağlığınız, bir eser meydana getirmek, başkalarına faydalı olmak, onlara bir şey öğretmek!”

Daha Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ankara’da büyük taşlarını yerine oturtmuş, onları sağlam kaya haline getirmiş, 74 yıldır aralarını harçlarla doldurup durmadan çalışıp üreten Togo Ayakkabı firması alanında Türkiye’nin devlerinden birisidir. Harbiye’deki öğrencilik yıllarımdan bu yana uzun zamandır ikamet ettiğim Ankara’da kulağıma hoş gelen isimlerden birisidir Togo. Geçtiğimiz hafta Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski bakanlarından Ateş Amiklioğlu’nun konuğu olarak Trilye’ye öğle yemeğine gelen Togo Ayakkabıları Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Mehmet Aydinç’i görünce çok sevindim. Ankara’nın bağrından çıkan bu değerli Togo ayakkabı markasının doğuşunu ve varoluşunu uzun zamandır anlatmak istiyordum. Togo Ayakkabıları 14 mağaza, 30 bayii ve 250 çalışanıyla kalitesinden ödün vermeden 1937 yılından günümüze kadar başarıdan başarıya koşmaktadır. En büyük sorunlarının kalitesiz, ucuz, insan sağlığına zararlı Çin mallarının piyasada boy göstermesinin olduğunu söyleyen Aydinç, kalitenin her zaman aranan bir özellik olması gerektiğini vurgulamaktadır. Ülke ekonomisine ve Başkent Ankara’ya istihdam konusunda önemli katkıları olan Togo, ürettiği ve tasarladığı ayakkabılar ile en yeniyi en yüksek kalitede sunmayı amaç edinmekte ve Türkiye’nin en büyük ayakkabı üreticilerinden biri olmayı sürdürmektedir. 1983 yılında hizmete giren ve Orta Doğu’da kaliteli imalata yönelik modern ve en büyük tesis olarak bilinen fabrikasında kendi imalatlarını devam etmektedir. Togo tesisleri günde 1000 çift bayan ve erkek ayakkabı üretebilmektedir. En zor beğenen müşterilerin sadakatini kazanmış Togo, Ankara’nın kaybolmayacak değerlerinden birisidir. Togo’nun ününü dünyaya yayan, sürekli yenilikler peşinde koşan Yönetim Kurulu Başkanı Gönül Aydinç, Yönetim Kurulu Üyeleri Ahmet Kuşgöz ve Alp Aydinç firmanın her zaman zirvede kalıp daha ileriye gitmesi için büyük çaba sarfetmektedirler. İnsan yaşamı da bir pabuç gibidir. Eğer yenilikleri takip etmezseniz, ayağınıza uyduramazsanız bütün ömrünüz “Ahh!” “Off!” çekmekle geçer.

Yorum Yazın