0Yorum

Ölmez Ağacın Peşinde Koşanlar

Albrecht Dürer, 1471 – 1528 yılları arasında yaşamış bir ressamdır. 18 çocuklu bir ailenin resimle ilgilenen iki erkek çocuğundan biridir. İki kardeşin de resme karşı olağanüstü ilgileri ve yetenekleri vardır. Her ikisi de sanat okuluna gidip büyük bir ressam olma hayali kurarlar.

Aile ise bu durum karşısında çaresizdir. Madencilik yaparak geçinmeye çalışmakta ve karınlarını zor doyurabilmektedirler. Bu durum karşısında iki kardeş kendi aralarında kura çekmeye ve kazananın sanat okuluna gitmesine, geride kalanın daha çok çalışıp diğer kardeşi okutması yönünde bir karar verirler. Albert ve Albrecht arasındaki bu kurada okula giden dönüşte diğer kardeşi okuması için okula gönderecek ve kendisi de madende çalışacaktır.

Kurayı kazanan Albrecht okula gider ve bütün öğretim görevlilerini kendine hayran bırakarak çok büyük başarılar elde eder. Okulu birincilikle bitirdiğinde yöredeki bütün okullarda ismi bilinmektedir. Eve büyük gururla döner.

Ailesi Albrecht onuruna güzel bir yemek verir. Kendisini öven konuşmalardan sonra Albrecht söz alır ve kendisine bu başarıları yaşatan kardeşine teşekkür eder. Şimdi sıranın kardeşinde olduğunu ve okumaya göndereceği kardeşi için madende çalışmaktan büyük gurur duyacağını söyler.

Kardeşi hafifçe doğrulduğu yerden, “İmkansız sevgili kardeşim… Seni okulda okutabilmek için çalıştığım senelerde bütün parmaklarım madende defalarca kırıldı ve değil kalem tutmak, şu bardağı bile zor tutuyorum” der.

Kardeşinin durumuna çok üzülen Albrecht ise kendisini dünyanın en ünlü ressamları arasına sokan o ellerin, kardeşinin ellerinin resmini çizer.

İşte bütün dünyanın “Praying Hands” (Dua Eden Eller) olarak bildiği, esas ismi “Hands” (Eller) olan resim Albrecht Dürer’in kardeşinin elleridir.

Naci Yıldırımer, “Dua Eden Eller” tablosuna uyan yaşantıya sahip bir iş insanıdır. Çok uzun yıllardır yardımcı olduğu ailesine, dostlarına, hemşerilere yaptığı değerli katkılar, ona dua eden pek çok ellerin olduğunun göstergesidir.

SUBAYLIK HAYALİ

Naci Yıldırımer’i çeyrek asırdır tanırım. Çalışkanlığı, heyecanı, pozitif yaklaşımı, özgüveni, kendisiyle barışık tutumu hep dikkatimi çekmiştir.

İlkokulu Akhisar’da okuduktan sonra İstanbul Pertevniyal Lisesi’ni bitiren Yıldırımer, Hava Harp Okulu sınavlarını dereceyle kazanıp çocukluk hayali olan subaylık mesleğine ilk adımı attı. Hava Kuvvetleri ve Genelkurmay Başkanlığı’ndaki komutanlarla birlikte teğmenliğinden, yarbaylığına kadar çok başarılı hizmetlerde bulundu. Komuta kademesinin en üstündeki komutanlarla yakinen çalışmasına rağmen, hiçbir zaman mütevazı tavrını değiştirmedi. Sivil memurdan en küçük rütbeli ast subay ve subaylara kadar herkese elinden gelen yardımı yapardı. Karargahta, “Başın düşerse dara, Naci Yarbayı ara” derlerdi onu sevenleri. Ama onun gözü hep emekli olup üretim yapmak ve ekonomiye katkıda bulunmaktaydı.  Sivil hayatta başarılı olmaya yatkın bir mizacı vardı.  

ZEYTİN AŞKINA

Selanik göçmeni Akhisarlı bir anne ile Siirtli bir babanın oğlu olarak 1962 yılında Manisa’da dünyaya gelen Naci Yıldırımer, rahmetli dedesi Seyfettin Bey ve anneannesi Lütfiye Hanım’ın küçük çocukken kendisini, demir çemberli tahta tekerlekli arabayla zeytin tarlalarına götürdüklerini dün gibi hatırlıyor ve zeytin sevgisinin o yıllarda aşılandığını söylüyor.

Emekli olduğu zaman aylarca ağladığını söyleyen Naci Bey’in tek tesellisi subaylık gibi kutsal bir meslekten ayrılıp üniformayı çıkarıp çarığını giyip ölmez ağacın nimetlerine yönelmesi… Emekli olup zeytinyağı işine başladığı gün kendisini sudan çıkmış balık gibi hissetmiş. Kolay değil tabii çocukluk yıllarından itibaren giydiği üniformadan ayrılıp bambaşka bir yaşantıya geçmek.

Çocuklarının üniversite eğitimlerini tamamladıktan sonra çok sevdiği zeytin ağaçlarının bulunduğu Akhisar’a yerleşti Naci Bey. Zaten ağaçlarından uzak kalınca kendisini sılada hissediyordu. Sonunda ağaçlarına kavuştu ve yeni hayat düzeninde başarıyı yakalayabilmek için çok daha fazla çalışmaya başladı.

TRİLYE’NİN ZEYTİNYAĞI

Emekli Yarbay Naci Yıldırımer tam bir dürüstlük abidesi. Onun yaşantısında hile hurda yok. Zeytinlerini kendi toplar, kendi sıkar. Ticari kaygı nedeniyle zeytinde kostik, zeytinyağında hiçbir yabancı madde kullanmaz. Polifenol oranı yüksek olsun diye erken hasatta bir hayli ürün toplar. Belki daha az para kazanır ama en önemli şeyi daha çok kazanır: Güven!

Trilye’deki soğuk mezelerin, zeytinyağlı yemeklerin lezzetinin en önemli faktörü kaliteli hammadde kullanmaktır. Yani Naci Bey’in zeytinyağıdır sihir katan.

İşinizi ısrarla iyi yapmaya devam ederseniz insanlar sizi gelip buluyor. Naci Yıldırımer’in zeytinyağları her sezon başlangıcında tüketicileri kuyruğa diziyor.

Sosyal sorumluluk faaliyetlerinde hep ön sıralarda olan bir yapısı var Naci Bey’in. Geniş bir çevreye sahip… Beni en çok etkileyen ise anne baba duası alması. Uzun yıllardır anne ve babasına fedakarlıkların en büyüğünü yapıp son nefeslerine kadar onların yanında olan, onlara bebek gibi bakan, her ihtiyaçlarını karşılayan Naci Bey bu sıralarda ülkeye döviz kazandırmak için ihracat hamlesine hazırlanıyor.

Sektördeki acemiliğini yıllar önce atlatan Yıldırımer, “Tek yol kalite” diyor. Parada pulda gözü yok. En büyük arzusu çok fazla emek verdiği Naci Yıldırımer yağlarını marka yapmak. Bence çoktan oldu bile. Çünkü marka olan yerler hep onu tercih ediyor. Bana sık sorulan soruyu da böylece yanıtlamış oluyorum: Yıllardır Naci Yıldırımer zeytinyağlarını kullanıyorum.

Ben işini aşk ile yapanları her zaman çok severim. Laf değil, iş üretenler hem maddi hem manevi tatmine erişiyorlar. Naci Bey de bunlardan biri.

Büyük fedakarlıklarla kendisini destekleyen zarif eşi Belgin Hanım en büyük yardımcısıdır Naci Bey’in. İyi günde kötü günde hep yanında olmuştur. THY’de çalışan kızı Melis ve unlu mamuller üretimi işine soyunan Beldiz de kendi dallarında başarıyla ilerlemekteler.

Yolun açık olsun Naci Bey. Seninle ne kadar gurur duysak azdır. Fırtınalar ve rüzgarlar senin gibi cesurların hep arkasında olacak. İyi pazarlar.

Yorum Yazın