0Yorum

Geleceği Önceden Görenler

Atina’da önemli bir tartışma yapılırken kürsüye Demostenes çıkar; ancak dinleyiciler sürekli kendi aralarında konuşmakta, filozofu dinlememektedir.

Demostenes, “Bir hikaye anlatıp ineceğim” der ve anlatmaya başlar:

Uzun zaman önceydi. Bir delikanlı Atina’dan Megara’ya gitmek için bir eşek kiralamıştı. Eşeğini kiraya veren adamın da Megara’da işi vardı, beraber yola düştüler. Konuşa konuşa giderlerken öğle sıcağı bastırdı, biraz dinlenmek ve öğle yemeği yemek için bir su başına çöktüler. Ama ortalıkta hiç gölgelik yoktu ve eşeğin sahibi yemeğini alıp eşeğinin gölgesine sığındı.

Eşeği kiralayan genç buna içerledi: “Sen çekil, gölgede ben oturacağım” dedi. Sahibi itiraz etti.

“Ben oturacağım, çünkü eşek benim.”

Delikanlı: “Ama ben eşeği kiraladım” deyince eşeğin sahibinden, “Ben sana eşeği kiraladım, gölgesini değil” cevabını aldı ve aralarında kavga çıktı.

Hikayenin tam burasında Demostenes, kürsüden iner ve yürümeye başlar. Dinleyiciler:

“Sonunda ne oldu? Sonunu anlat” diye bağrışmaya başlayınca, Demostenes kürsüye döner:

“Sizin için çok önemli bir konuda bir şeyler anlatmaya çalıştım, dinlemediniz. Şimdi ise eşeğin gölgesini merak ediyorsunuz. Ne fikrimi söyleyeceğim, ne de eşeğin gölgesine ne olduğunu.”

Tekrar kürsünden iner ve yürür gider.

Anlatılanların kıymetini bilmek, iyi dinlemek lazım. Çünkü bizi önemli başarılara, güzelliklere taşıyabilirler.

Yılmaz Öz, 15 yıl önce Trilye’de tanıştığım bir Ankara beyefendisidir. Her ziyaretinde yanına gidip kendisiyle dakikalarca sohbetten keyif alırım. Hani eskilerin “güngörmüş” diye tanımladığı tabirden bir kişiliktir.

MAVİ VATANI KEŞFETTİ

Uzun zamandır dilimden hiç düşürmediğim mavi vatanımız yani denizlerimiz 460 kilometrekarelik bir alan. Gel gelelim Anadolu topraklarının verimliliğinden yararlandığımız kadar denizlerimizin zenginliklerinden yararlanamıyoruz. Yararlanamadığımız gibi hor kullanıyoruz. Balığını zamansız ve usulsüz avlıyoruz, elimizdeki sigara izmaritini, çöp poşetini denize atıyoruz. Sanayi tesislerinin yüzde doksanını denize akıtıyoruz. Buna benzer pek çok kötü muamelede bulunuyoruz denizlerimize.

TPAO’nun Batı Karadeniz’de Akçakoca açıklarında bulup Kanadalı ve Norveçli ortaklarıyla çıkardığı doğalgaz gibi Türkiye ekonomisini düzlüğe çıkaracak nice zenginlikler var denizlerimizde. İşte bu zenginlikleri ilk keşfedip Türkiye’nin deniz üssü aramalarına öncülük eden kişi Yılmaz Öz’dür.

ULUSLARARASI ARENADA TANINIYOR

Türkiye’nin mavi vatana önem vermeyişi, kişi başına tüketilen balığın 6 – 7,5 kg yıllık olarak seyretmesinden belli. Dünya ve Avrupa ortalamalarının çok altındayız. Ege’de çıkarılan deniz hıyarının fiyatını Japonya’da görünce dudağım uçuklamıştı. Bu deniz canlısından yapılan gözaltı kreminin fiyatını görünce başım dönmüştü. Daha nice zenginlikler var ülkemizde.

Deniz bilimleri olarak adlandırılan deniz jeofiziği, hidrografi, oşinografi, hidrobiyoloji, deniz jeolojisi gibi konular ile deniz hukuku konuları maalesef ülkemizde çok zayıf.

 

Yılmaz Öz, Ankara Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Yale Üniversitesi’nde International Law masterı yapmıştır.

Kendi branşında otorite olan Yılmaz Bey, Birleşmiş Milletler’de seminerlere katılmış, 1954 yılından beri petrol hukuku ile ilgilenmiş ve Türkiye’nin ilk deniz üssü aramalarına öncülük etmiştir.

Mavi uygarlığın geleceğinin denizin diplerinde olduğunu çok önceleri görmüş olan Yılmaz Bey, “Gelecek yıllarda deniz dipleri, sadece hidro karbon değil nadir metallerin kaynağı olacaktır, gelişmiş devletlerin niçin deniz diplerine yöneldiğini yeni yeni anlamaktayız,” demektedir.

Uzun yıllar yurt dışında yaşamış Ankara beyefendisi Yılmaz Bey, deniz ürünlerine çok ilgilidir. Sağlıklı yaşamanın olmazsa olmazı balığı sofrasından hiç eksik etmez. Muhabbetine hiç doyum olmaz Yılmaz Bey’in. Çoğunlukla yurt dışında yaşadığı için onun Trilye’ye geleceği günü iple çekerim.

Mersin’in 6 mil açıklarında 45 metre suda 4000 metre deniz dibi derinliğinde Fransızların sülfür gazına yakalanıp yandıklarını anlatan Yılmaz Bey, deniz hukuku, petrol hukuku gibi konularda hem Türkiye’de hem de uluslararası arenada isminden söz ettirmiştir. Dürüst, çalışkan ve geniş bir vizyona sahiptir. İsviçre ve Amerika’da yaşayan çocuklarını ve torunlarını sık sık ziyarete giden Yılmaz Bey, mekanımıza her gelişinde kravatlı takım elbisesi, cilalı ayakkabıları ile hep dikkatimi çekmiştir.

Türkiye’nin etrafındaki deniz alanlarının dibinde, ekonomik değeri yüksek, başta doğalgaz ve petrol olmak üzere bu tip madenlerin teknoloji ile ortaya çıkarılmasını ve Türkiye’nin bu konuya önem vermesini sohbetlerimizde hep anlatır Ankaralı dünya insanı Yılmaz Bey.

Ankara tutkusu da farklıdır onun için. O, günlerinin çoğunu yurt dışında geçirse de Ankara’yı özler ve Ankara aşığıdır. Hayata bu denli bağlı örnek bir insandır Yılmaz Öz. Denizcilik konularını onunla ilgili yazımda anlatmak, balık mevsiminin açılmasına çok az günlerin kaldığı şu sıralarda manidardır benim için.

Meşhur hattatlardan Şevki Efendi’ye resmi bir binanın kapısına bir kitabe yazdırmışlardı.

Ünlü hattata bu yazıdan dolayı 10 altın verdiler. Şevki Efendi bu parayı almadı.

Saray Ağası, Şevki Bey’e “Bu yazıyı 10 dakikada yazıverdin, 10 altın yeter,” deyince ünlü hattat gülerek: “Hayır Ağa hazretleri, ben bu yazıyı 10 dakikada değil, tam 50 senede yazdım. 50 altın isterim” dedi.

Saray Ağası bu isteği Padişaha söyleyince, Padişah: “Üstat dileğinde haklıdır. O, 50 senede yetişmiştir. 50 altın veriniz,” diye emir buyurdu.

Yılmaz Bey, nesli tükenen, ülkesini çok seven, çok çalışkan bir değerdir.

Düşünce rüzgar, bilgi yelken, insanlık bir kayıktır. Düşünmeden vazgeçtiğimiz anda genellikle fırsatı da onunla birlikte kaçırmışızdır. Mutlu pazarlar.

Yorum Yazın