0Yorum

Su Yolunu Bulur

     

         Bir gün okyanusta yol alan bir gemi kaza geçirerek batınca, gemiden bir kişi sağ kurtuldu. Dalgalar bu adamı küçük ıssız bir adaya kadar sürükledi. Adam ilk günler kendisini kurtarması için sürekli Allah’a yalvardı yakardı ve yardım bulurum umuduyla ufku gözledi. Ama ne gelen oldu ne giden.

         Adayı zorunlu ikametgah tutan adam, daha sonra rüzgardan, yağmurdan ve zararlı hayvanlardan korunmak için ağaç dallarından ve yapraklarından kendine küçük bir kulübe yaptı.

         Sahilde bulduğu, gemiden arta kalan konserve, pusula vs gibi eşyaları bu kulübeye taşıdı. Günler hep monoton geçiyordu. Balık avlıyor, pişirip yiyor, ufku gözlüyor ve kendisini bu ıssız yerden kurtarması için Allah’a dua ediyordu. Bir gün tatlı su getirmek için yürüyüşe çıkmıştı. Geri döndüğünde kulübesinin alevler içinde yandığını gördü. Dumanlar döne döne göğe yükseliyordu. Başına gelebilecek en kötü şeydi bu. Keder ve öfke içinde donakaldı. Ne yapacağını ne diyeceğini bilemedi. O geceyi çok hüzünlü bir şekilde geçirdi. Feryat etti. Oysa o kadar dua etmişti.

         Ertesi sabah erken saatlerde adaya yanaşmakta olan bir geminin düdük sesiyle uyandı. Evet, evet onu kurtarmaya geliyorlardı! Hem de her şeyden umudunu kestiği bir anda. “Benim burada olduğumu nasıl anladınız?” diye sordu bitkin adam kendisini kurtaranlara…

         Aldığı cevap onu hem şaşırttı hem de utandırdı:

         “Dumanla verdiğin işareti gördük!”

         2002 yılının ocak ayıydı. Kış çok sert geçiyordu. Trilye’yi devralmadan önce keşif yapıyordum. Bir akşam hava karardığında Trilye Restoran’ın bulunduğu sokağa girdim. Sevecen, güler yüzlü, kibar bir beyefendi beni müşteri zannedip “Hoş geldiniz” dedi. Sokak buz kaplamıştı, belli ki araba geçmiyordu. Canı sıkılan beyefendi bir taraftan buzları kırıp sokağı toparlıyordu. “İşler nasıl?” dedim. Hiç tadı yoktu, “Beyefendi, günde iki üç araba geliyor, geçinemiyoruz, önümüzdeki günlerde ayrılacağım buradan” dedi. Bir sordum bin ah işittim. Ayrılmamasını benim restorana talip olduğumu söyledim.

         Cengiz Dönmez 2000 yılından beri Trilye’nin otopark işlerini yürütür. Güler yüzüyle, sempatik tavırları ve efendiliğiyle konukların gönlünde taht kurmuştur. Bir restoranın aynasıdır park görevlileri. Servet değerindeki arabaların anahtarları emanet edilir onlara.

         1967 yılında Hava Bakım Teknik Okulu’ndan Astsubay Çavuş rütbesiyle mezun olduktan sonra Mürted’de F16 uçaklarının teknisyenliğine atanır Cengiz Bey. Çok çalışkan ve yetenekli olduğu için amirlerinin kısa sürede gözüne girmiştir. Fakat ara sıra yaptığı gamsız davranışları da olmuştur gençliğin verdiği heyecanla. İçtimaya geç gelmek, işe geç kalmak, sakal tıraşı olmamak, izinden dönüş saatine tecavüz gibi. Disiplin suçlarından ordudan atılır 1982 yılında. Duruşmaya çıktığı gün dosyası kabarık görülür, hiçbir yüz kızartıcı suç işlememesine rağmen “Senin dosyan çok şişmiş, bakmaya bile gerek yok” denilerek kapının önüne konur. Hiçbir ikaz ya da kendisini düzeltme yönünde uyarı verilmeden atılmış ordudan Cengiz Bey.

         Cengiz Dönmez’deki çalışma ruhu onu hayata bağlamış. Çok zor günler geçirmiş, çok maddi sıkıntılar çekmiş. Hacizler, parasızlık onun gündeminden hiç eksik olmamış.

         Bugünlerde 10’uncu yılını doldurduğumuz Trilye Restoran’ın vazgeçilmez elemanı ve simgesi olan Cengiz Bey, 66 yaşına girdi.

         İnsanlarda uzak geçmişi imgeleyen bellek yakın geçmişi imgeleyen belleğe oranla çok daha fazla güçlüdür. Hemen gençlik yıllarıma gidiverdim. Rahmetli Uğur Mumcu’nun sakıncalı piyade olarak Patnos’a tayin olduğunda kendisini karşısına alıp nasihat eden Kazım Avdan Paşa’nın sözlerini hatırladım. Sevgili devre arkadaşım Cemil’in babası olan Kazım Avdan Paşa, Uğur Mumcu’ya dönerek; “Bak evladım uğraşmayın böyle fikirlerle, Amerika bile artık sosyalist sosyalist” demişti.

         1’inci Ordu sıkıyönetim komutanı rahmetli Faik Türün Paşa’nın döneminde de evlere yapılan baskınlarda ele geçirilen sol görüşlü kitaplardan birinin üzerinde V.I. Lenin (Vladimir Ilyich Lenin) yazdığını gören inzibat subayı tutanağı geçirirken yazıcı askere aynen şu talimatı vermişti: “Yaz oğlum, cinsi: kitap, miktarı: 1 adet, adı: 6’ncı Lenin!”

         İşte bizim Cengiz Bey de böyle bir mantığın kurbanı olmuş ve hayatı kararmıştı.

         1990 model arabasıyla uzun yıllar Trilye’ye servis hizmeti de yapan Cengiz Bey’in karlı bir havada uçuruma yuvarlanmaktan son anda kurtulduğu geceyi dün gibi hatırlıyorum.

         Yine buz gibi soğuk bir havada kendisine çok bağlı eşi telefon açıp “Kazağını giydin mi Cengizciğim?” dedikten bir saat sonra elim bir kaza sonucu yaşamını yitirdi. İki çocuğuna o tarihten itibaren hem annelik hem babalık yapan Dönmez’in büyük oğlu Burakcan, Osmangazi Üniversitesi’nde, küçük oğlu Sabrican Çankaya Lisesi’nde başarılı öğrencilerdir.

         Sahip olduğu evin taksitlerini ve öğrenim gören çocuklarının masraflarını bin bir güçlükle karşılayan Cengiz Bey’in yoğun ve zor mesaisine rağmen yüzünden hiç gülücük eksik olmadı. Bu aralar gülücükleri daha da arttı. Kul görmese Allah görür derler ya! Tam Cengiz Bey için söylenmiş söz olsa gerek. Yeni çıkan yasayla iade-i itibarını aldı. İşlediği disiplin suçlarının ordudan atılmasını gerektirmediğinden rütbeleri geri verildi, ikramiyesinin ödenmesine ve emekli maaşı bağlanmasına karar verildi. Tüm haklarına kavuşan Cengiz Bey, geç gelen adaletin getirdiği mutlulukla bu aralar daha bir içten çalışıyor ve artık daha rahat gülüyor, içi de gülüyor!

         Su yolunu bulur. İyi pazarlar.

Yorum Yazın