0Yorum

Londra’daki Gururumuz

Ünlü İngiliz yazar ve şair Thackeray’ın elde ettiği başarıyı kolay yoldan şöhret olmaya bağlayan biri şöyle demişti:
“Thackeray, bir sabah gözlerini açtı ve kendini meşhur bir adam olarak buldu.”
Thackeray’ın yaşantısını yakından bilen Lord Northcliffe ise bu iddiaya şöyle yanıt verdi:
“O yataktan kalkıp kendini meşhur bir adam olarak bulduğu ana kadar, 15 sene her gün 8 saat yazmıştı.”
“Her gerçek başarı bir evi inşa etmek gibidir. Önce sağlam bir temel atılır, sonra evi tamamlamak için gerekenleri yaparsın. Bazı evler ya da kariyerler çabuk inşa edilebilir ama sağlam temeller üzerine oturmazlar. Görünüşleri güzeldir ama dayanıklı değillerdir. Bir gecede oluşan başarılara yakından bakarsan on sene gibi bir hazırlık sürecinden geçtiğini görürsün.”
İki hafta önce bir pazar günü oğlum Koray gözünü açar açmaz okuduğu internet haberlerinden bizi en çok ilgilendirenini “Günaydın babacığım” dedikten sonra patlattı: “Hüseyin Özer restoranlarını devretmiş.” “Oğlum haberin tamamını okudun mu?” diye sordum. Çünkü Sabah Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Erdal Şafak’ın manşetten yazdığı haberin tamamını iki saat önce okumuştum. “Oğlum o 20 yıl önceki konu” dedim. Ancak Hüseyin Özer’le yakın dost olduğumu bilen arkadaşlarımın çoğu art arda beni aradılar ve aynı şeyi söylediler. Genellikle gazetelerde başlık ve fotoğraflarla yetinen dostlarıma aynı cümleleri kurdum.
Çünkü biliyordum ki Hüseyin Bey’in başarısı bir gecelik başarı değil. Hep merdivenleri çıkarak erişti o mertebeye. Asansörle çıkanların inişi kolay oluyor. O nedenle Hüseyin Özer başarılarının zirvesine çıkabilmek için bir ömür harcadı. Harcını öyle sağlam yaptı ki temelleri sarsılmaz. Onun başarısı artık kendini değil tüm Türkiye’yi ilgilendiriyor. O halka mal olmuş bir isim. Dünyanın her yerinden insanlar onunla fotoğraf çektirebilmek için Londra’ya geliyorlar.
Erdal Şafak’ın anlattığı her şey doğruydu. 20 yıl önce mafya yüzünden dükkanlarını devretmişti. Benzeri sorunlarla bugün de karşı karşıya olduğunu söylüyor Özer.

TÜRK MUTFAĞINI YORUMLAYAN ADAM

Gastronomiyle ilgilenen insanlar onu Türk mutfağını yorumlayan şef olarak tanıyor. Gerçekten de öyle! 15 yıl önce gittiğim Londra’nın en lüks semti olan Mayfair’deki Sofra Restoran’da yağmurlu havada yarım saat kapıda beklemiştim. Şarap ikramıyla misafirperverlik örneği göstermişlerdi. Geçen hafta saat 11:00’de gittiğimde restoran yine tıklım tıklımdı. Hem İngilizlerin hem de dünyanın diğer ülkelerinden gelen turistlerin bir Türk restoranına akın etmesi gerçekten koltuklarımızı kabartan bir durum. Uzun yıllardır yurt dışına yaptığım seyahatlerde Hüseyin Bey’in restoranlarında rastladığım lezzeti, kaliteyi hiçbir yerde göremedim. Hatta yanına yaklaşanını bile. BBC’de program yapıyor, üniversitede ders veriyor, belli kalıpları aşamayan okullardan daha iyi eğitim veriyor çalışanlarına, yanında yetiştirdiklerinin başarılı işler kurmasından gururlanıyor. Malzemenin en kalitelisini kullanıyor. Geleneklere saygılı davranıyor. Kahvaltılarda genellikle domuzla yapılan “eggs benedict”i o somonla yapmış. Kullandığı yumurta hiç tatmadığım bir lezzet harikasıydı. Kaynağını sordum. Prens Charles’ın çiftliğinden olduğunu söyledi. Kraliçenin ve Prensin davetlerinde başköşe misafiri. Hatta Prens Charles’a “Niçin bize kuzu eti ikram ediyorsunuz, av eti ikram etmiyorsunuz?” diyecek kadar da samimi. Cumhurbaşkanı Gül’ün Kraliçe Elizabeth’i ziyaretinde Kraliçe davet etmiş Hüseyin Bey’i. Ben devlette yetkili bir konumda olsam ayrı bir statü verir Fahri Büyükelçi yaparım Özer’i. Her yıl özel bütçeden para gönderirim. Çünkü Türkiye’yi onun kadar iyi tanıtan kimse yok.
Türk yemeklerini en güzel yorumlayan insan olarak 4 Temmuz 2011 tarihinde Kraliçenin hazır bulunduğu bir törende doktor unvanını aldı.

HÜSEYİN ÖZER EĞİTİM VAKFI

İş alemi için birinci hedef en kısa zamanda yüksek kar elde etmektir. Tabii ki Özer gibi istisnalar bunun dışında.
Hüseyin Özer’in maddi hiçbir isteği yok. En gururlandığı şey başkasına bir şeyler vermek. 25 yıl önce kurduğu vakıfta okuttuğu çocukların haddi hesabı yok. Sayısını bilmiyor, öğrencileri tanımıyor ve kendisinin kazancıyla okuduklarını da bilmelerini istemiyor. Harcayabileceğinden, yiyebileceğinden daha fazla kazanmaya başlayınca vakıf kurma kararı alan idealist insan Hüseyin Özer, Süleyman Demirel Başbakan iken “Okumak istiyorum sayın Başbakanım, beni okutun” diye iadeli taahhütlü mektup yazmış. Kendisi ilkokula bile gidemediği için sadece içine ukde kalan Özer Vakfı’nı hayata geçirmiş. Demirel’den mektubuna yanıt alamayınca ikinci mektubu gönderirken postacı gülmeye başlamış.
Hayatında en çok dayağı çobanlık yaparken hayvanları okula kaçırınca yediğini söyleyen Hüseyin Bey; “Bu işi özellikle yapıyordum ki öğretmenler beni görür de okula okumaya davet ederler diye.”
Sevgili dostum Özer ile ne kadar gururlansak az. Onunla ilgili anlatacaklarım sayfalara sığmaz. Her gün 10 km yürüyerek tüm dükkanlarını denetlediğini, iki gün önce İngiltere’de yaşayan bir vatandaşımızdan dinlemek, karşısındaki İngiliz dostunun da aynı şeyleri söylediğini duymak daha da anlamlı. Benim gibi birazcık duyarlı insanlar (özellikle gözlük kullanan) gözlüklerindeki camları silmek için bir hayli çaba sarf ediyorlardır sanırım.
Sevgili Hüseyin Bey şu aralar çok mutlu. Hayatına büyük ivme veren zarif eşi Kübra Hanım kendisine inanılmaz destek oluyor. Yakında yeni bir şube açmaya niyetlenen Özer, sanki yeni başlıyormuş gibi bir heyecan içinde. Ama kendine güveni sonsuz, deneyimleri onu tam bir duayen yapmış.
Cesur insanlar dalın ucuna gitmekten korkmazlar, meyve oradadır.
Yapabileceğinin en iyisini yapıyorsan başarısızlık için endişelenmeye zamanın olmayacaktır. Bir işte nasıl başarılı olunacağı değil o işe neler mani olur diye düşünülmeli. Engelleri ortadan kaldırdın mı iş kendi kendine yürür. Sonunda su yolunu bulur.

Yorum Yazın