0Yorum

Anlatmasam Olmazdı

Bensiyon Pinto’nun “Anlatmasam Olmazdı” kitabını okudum geçenlerde. Kitabın ismi ilginçti, ben de isimden yola çıkarak 2005 yılından bu yana bu köşede sizlerle paylaştığım, anlattığım konulara yenilerini eklemeye karar verdim. Köşede siyasi içerikli konulardan özellikle uzak durmaya çalışıyorum ama gördüklerimi, yaşadıklarımı özele girmeyecekse anlatmasam olmazdı.

Hayatın nimetlerinden faydalanmadan 10 yıl fazla yaşamanın gereksiz olduğuna inanan bir felsefe yapısındayım. Giyineceksem en iyisini, yemek yiyeceksem en iyi yeri, içki içeceksem en kalitelisini tercih ederim. Çernobil’den sonra 20 yıl hiç yerli çay içmedim. Firmaların şarap diye bize sirke yutturdukları yıllar uzun süre yerli şarap içmedim. Hele rakı eskiden sadece tekelde şeker pancarı melasından yapılırdı. Üzüm kullanılmadığından hep baş ağrısı yapardı.

Yurt dışına seyahatlere gittiğimde iki çanta şarap taşırdım kabin bagajında. Hele ABD’ye gittiğimde doldururdum çantaya Robert Mondavi, Chablis, Zinfandel, Chardonnay’leri. O zamanlar şu andaki emniyet tedbirleri uygulanmıyordu uçaklarda. Sonuç hiç de iyi olmadı benim için. Belimde L4 ve L5’lerde disk kayması oldu. O nedenle ayakta uzun süre kaldığımda sıkıntı yaşıyorum belimden. Bize sirke içirilenlerin yüzünden böyle bir sakatlığım kaldı.

On yıldır Trilye Restoran’ın işletmeciliğini yapan ve Başkent’te yakın tarihi en iyi yaşayanlardan birisiyim. “Türkiye nereye gidiyor”, “İleriki yıllarda içki içebilecek miyiz” gibi söylentilere hep gülüp geçtim ve yıllar beni haklı çıkardı.

Türkiye, şeker pancarı melaslı o kötü rakılardan bu dönemde kurtuldu. Onlarca rakı çeşidi, kaliteli şarap yapan firma sayısı arttı, yüzlerce çeşit şarap bu dönemde gelişti.

Teknolojinin bu denli gelişmediği öğrencilik yıllarımda bir kol saatim vardı, sık sık arıza yapardı ama o bile günde iki kez doğruyu gösterirdi. Ben de bunları bildiğim ve yaşadığım halde anlatmasam olmazdı.

Adamın biri şafak vakti yolda giderken toprakla cebelleşen yaşlı bir adam görür. Sabahın erken saatlerinde yaşlının toprakla uğraşması tuhafına gitmiştir, ona sorar:

“Sabahın bu erken vaktinde ne uğraşırsın toprakla be ihtiyar?” Yaşlı adam bir yandan işine devam ederken bir yandan da cevap verir: “Harnup (keçiboynuzu) sürgünü dikip duruyorum görmez misin a evlat?” “Görüyorum görüyorum da bu sürgünden erecek harnupu yese yese torunların yer biliyor musun?” Yaşlı adam hiç istifini bozmaz. Bir eliyle eşelerken öbür eliyle yakındaki harnup tarlasını göstererek yanıt verir: “Bilmez miyim bilirim elbet. Ben de dedemgillerin diktiği harnup sürgününden yiyorum ya!”

Uzun süredir gıpta ile izlediğim, Türkiye’nin yetiştirdiği en kıymetli yöneticilerden Mey İçki’nin CEO’su Galip Yorgancıoğlu geçtiğimiz hafta “Kayra Restoran Haftası” etkinlikleri için Ankara’ya geldi ve bir gece basın mensuplarıyla Trilye’de yemek yedi, sohbet etti.

Her zaman ayakları yere basmıştır Yorgancıoğlu’nun. Üç yıllık bir şarabı eline alıp “Türkiye’nin en iyi şarabı” diye hava atmadı hiçbir zaman. Emin adımlarla ve kararlı bir şekilde ilerledi. Sonunda başardı. Gururlandığımız ürünler yarattı. Hayatı yaşam kılanın insanlar, aşkı aşk yapanın duygular, şarabı şarap yapan unsurun uzun yıllar, emek ve çaba olduğunu ilk günden vurguladı Yorgancıoğlu.

Girdiği sektörde sert değişim rüzgarları estiren Yorgancıoğlu, Mey şirketinin piyasa değerini yedi yılda yediye katladı. Marka sayısını 12’den 60’a çıkardı. Ürettiği şaraplar dünyanın en ünlü lokantalarında menülere girdi. Philip Morris’te, Marlboro’da Pazarlama Müdürlüğü, Diageo’da Güney Doğu Avrupa Pazarlama Direktörlüğü, Coca-Cola Türkiye Avrasya Pazarlama Direktörlüğü, Burger King Türkiye Genel Müdürlüğü gibi görevlerde bulunan Galip Yorgancıoğlu kusursuz bir kariyer çizgisine sahip.

HEYECANI BİTMİYOR

Ne zaman yeni bir ürün çıkarsa, hemen özenli bir paketle, Yorgancıoğlu imzalı zarif bir mektupla ulaştırır restoran sahiplerine. Öyle bir inceliktir ki bu davranış tahmin edemezsiniz. Eskiden doğa, emek, sermaye, girişim gibi üretim faktörleri yeterli olunca ürün pazardaki yerini alırdı. Ama artık yeterli olmuyor. Satış ve pazarlama ön sıralara geçti. İşte Galip Yorgancıoğlu bunu Türkiye’de en iyi şekilde yapıyor. Geçtiğimiz aylarda Sheraton Oteli’nde yaptıkları tadım organizasyonu şimdiye kadar benim Ankara’da gördüğüm en görkemli faaliyetti.

Heyecanını hiç yitirmiyor, her türlü yeniliği takip ediyor, ilginç bir kişilik Yorgancıoğlu. 2009 yılında NTV’de Vedat Milor’un “Tadı Damağımda” adlı programına konuk olduğumda Vedat Bey, yayınlarımdan ve yemek kitabımdan bahsetmişti. “Trilye’nin Balık Sevdası isimli kitabını bana dostum Galip Yorgancıoğlu hediye etti” demişti. İnce ruhlara hitap eden önemli özelliklere sahiptir Galip Bey.

Dünyanın en ünlü restoranlarından Fat Duck, Hakkasan gibi mekanlara, Londra’ya gittiğimde fırsat buldukça uğruyor, Kayra’nın Imperial gibi ürünlerini menüde görünce büyük bir keyifle sipariş veriyorum.

Dünya devi Diageo alkol grubunun bünyesine giren Mey İçki’nin Türk rakısını ve şarabını aranılan marka olarak pazarda yerleştireceğine olan inancım Yorgancıoğlu’nu tanıdığım günden beri sürekli artmaktadır.

Başarı, parmaklar arasından kayan ince kum veya fıçıdan süzülen su gibidir. Onu tutmak isteyen gece gündüz çabalar.

Size bu dünyada bir şeyi değiştiremeyeceğinizi söyleyecek iki tür insan vardır; biri böyle bir şeyi denemekten korkanlar, biri de sizin başarılı olmanızdan. İyi pazarlar.

Yorum Yazın