0Yorum

Tadımızı Damağımızda Bırakanlar

Ünlü Amerikan mizah yazarı Mark Twain trende seyahat ederken karşısında oturan yolcunun, kendisinin bir kitabını okuduğunu gördü. Adam kitabı bitirince konuşmaya başladılar. Twain yol arkadaşının kendisini tanımadığını anlayınca sözü kitaba getirip sordu. “Biraz evvel bir kitap okuyordunuz. Nasıl güzel bir şey miydi? Beğendiniz mi?” Adam bir müddet durakladı sonra; “Okumamış olmak için 100 dolar verirdim” diye karşılık verdi. Mark Twain fena halde bozulmuştu. Böyle bir cevap beklemiyordu. Dayanamayıp sordu: “Niye? Çok mu kötü?” Adam: “Hayır” dedi, “Bilakis ilk defa okumanın zevkini tadabilmek için.” Vedat Milor; Trilye’ye ilk geldiğinde program öncesi bahçede sohbet ediyorduk. Masanın üzerindeki dosyayı karıştırmaya başlayınca şaşırdı birdenbire. Çünkü kendisinin bile unuttuğu 2005 yılından bu yana yazdığı tüm yazılar mevcuttu dosyada. Benim için Vedat Milor’un yazılarını ilk defa okumanın zevkini tatmak paha biçilmez değerdedir. 2005 yılının bir pazar günü Milliyet Gazetesi’nin Ankara Temsilcisi Fikret Bila ve Haber Müdürü Serpil Çevikcan ile sohbet ediyorduk. Söz döndü dolaştı gurme yazılarına geldi. Fikret Bey “Bizde de Vedat Milor başlıyor bu hafta, bakalım hayırlısı” demişti. Vedat Milor beyefendi tavırları, ayakları yere basan yemek yazıları ve yaptığı yemek programlarıyla kendini kabul ettirdi ve ülkemizde yeme içme çıtasının yükselmesinde önemli payı oldu. Vedat Bey, mütevazı bir yemek eleştirmenliği, TV programı sunuculuğu, gazete yazarlığı gibi işleri başarı ile yürüttüğü kadar çok değerli bir bilim adamıdır. Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden yüksek şeref listesiyle mezun olmuştur. Amerika’da Berkeley Üniversitesi’nde doktora yaptıktan sonra Dünya Bankası’nda işe başlayan Milor, iki yıl süren görev sırasında Kemal Derviş’le birlikte çalıştı. 1990 yılında doktora tezi Amerika’da en iyi tez seçildi. Dünyanın en zor üniversitelerinden sayılan Stanford’da hukuk okuyan Milor, Georgia Teknoloji Enstitüsü’nde öğretim görevlisi. Şarap konusunda uzmanlığı tartışılmaz olan Milor’un koku ve tat duyuları oldukça kuvvetli. Kazandığı paraları güzel yemek için harcamayı kendine şiar edinen Milor, tam bir keyif insanı. Rahmetli Tuğrul Şavkay’la başlayan yemek kültürü yazılarına olan düşkünlüğüm Vedat Milor’la daha da artmıştır. Tam bir dürüstlük timsalidir Milor. Babasının oğluna bile iltimas geçmeyecek bir yapıda olan Milor her zaman takdir toplamaktadır.

Şu ana kadar yurtiçi ve yurtdışında önerdiği restoranların önemli bir bölümüne gittim. Hiç hayal kırıklığına uğramadım. Zamanın çok değerli olduğu bir dünyada, deneyimlerini aktarıp yemek severleri doğru adreslere göndermek son derece önemli bir sorumluluk gerektirmektedir. Geçen yıl Londra’da telefonla önerisini aldığım, birlikte blog hazırladığı arkadaşı Michael Jonsson’ın Hedone Restoranı’nı Chiswick’te arayıp gece 22:00’da ancak ulaşabilmiştim. Yemeğin sonunda iyi ki geldik, iyi ki Vedat Bey böyle sofistike bir yeri bize önermiş diye kendisine de teşekkür ettik. Turizmde büyük umutlarla ilerlemeye çalıştığımız son yıllarda herkesin ortak kanısı şudur: Sadece konforlu yıldızlı oteller paralı turistlerin ülkemize gelmesi için yeterli değildir. Mutfağımızın çıtasını yükseltmesi gerekir. Bu çıtanın yükselmesinde Vedat Milor’un çabaları yadsınamaz. Dünyada gastronomi turizmi süratle yükseliyor. Ben kendi mekanımdan biliyorum. Hızlı trenlerden sonra Konya ve Eskişehir’den günübirlik balık yemeye Ankara’ya gelenler var. İspanya’daki El Bulli’ye, İngiltere’deki Fat Duck’a, Danimarka’daki Noma’ya, Malezya’dan, Japonya’dan yemek yemeğe gidenler var. Türkiye’de neden olmasın bu tür gelişmeler. Antakya mutfağı, Antep mutfağı günübirlik yemek turları düzenlemek için bile cazip. Niçin İstanbul Boğazı’nda yemek yemek için Avrupa’dan turistler gelmesin? Tüm bu güzelliklere kavuşmamız için yemek ve servis sektöründe çıtanın yükselmesi, restoranlarda yıldızların çoğalması gerekiyor. Vedat Milor, bu kıvılcımı başlattı, ateşi yakmak ve yemeği pişirmek bize düşer. Sokrates, idam edilmeden yani baldıran zehrini içmeden az önce öğrencisinin elinde ne olduğunu bilmediği bir müzik aleti görür. “Bana bunun nasıl çalındığını anlat” der. Öğrenci, üzgün bir şekilde: “Öğreteyim ama Hocam, sanırım bunu çalıp keyif alacak zamanın olmayacak” der. Sokrates de: “Evet bunu çalıp keyif alacak zamanım yok ama öğrenmenin keyfi var ya” der. Keyifli yemek sofralarının, güzel yemeklerin, güzel içeceklerin inceliklerini öğrenme keyfini bize yaşattığın için teşekkürler Vedat Milor, iyi ki varsın!

 

Yorum Yazın