0Yorum

New York'taki Gururumuzu Kaybettik

Zamanında Dışişleri Bakanı Talleyrand’a “Bana iyi şefler verin size harika anlaşmalar hazırlayayım” diyen Napolyon’un yıllar sonra ne kadar haklı olduğunu görüyoruz. Perulu şef Gaston ve eşi Astrid, ülkelerini dünyaya tanıttılar. Bu arada da Ant dağlarında yetişen ürünlerin dünyaya pazarlanmasını sağladılar.  

Bizim de yurt dışında kendi çabalarıyla, zor imkanlarla, sermayesiz ama donanımlarıyla başarıyı yakalayan şeflerimiz var. Japonya’nın başkenti Tokyo’da Burgaz Ada Restoran’ın sahibi ve şefi Mehmet Dikmen, Almanya’nın Münih şehrinde Pageou isimli restoranın şefi aynı zamanda dünyada ilk kez Michelin yıldızı alan Türk şef Ali Güngörmüş, İngiltere’nin başkenti Londra’da efsane yaratan Sofra Restoran’ın sahibi ve şefi Hüseyin Özer ve geçtiğimiz ay kaybettiğimiz New York’taki Şip Şak Restoran’ın sahibi ve şefi Orhan Yeğen…

Tanıtım fonu ile bu girişimler desteklense çok daha önemli yerlere gelirler. Turizm Bakanlığı bu konuya çok ciddi eğilmeli. Dünyanın en ünlü pazarlama uzmanlarından Prof. Dr. Philip Kotler, “Pazarlamada her ürünün ölçümünü yapın, tutmuyorsa değiştirin. Örneğin en çok izlenen TV’de prime time’a verdiğiniz reklam 3 ay sonra hedefin çok altındaysa hemen durdurun, başka taraflara yönelin” diyor. Yurt dışındaki başarılı şefler, pazarlamanın ülke tanıtımındaki en önemli ayağı…

TANITIMDA ÖNCÜ

Napolyon zamanından beri tahtından hiç düşmeyen şeflerin pazarlamacılığı üzerinde nedense hiç durmuyoruz. Japon Başbakanı Abe ve eşi ile Mehmet Dikmen kanka gibiler. İngiltere Kraliçesi ile Hüseyin Özer de öyle. Fahri doktorası bile var. Hele Orhan Yeğen’in 2’inci Cadde’deki Şip Şak Restoranı Birleşmiş Milletler’in hemen altındaydı. Öğlen, öğleden sonra, akşam, her zaman doluydu restoran. Dünyaya yön veren insanlar, Orhan ile yakın dosttu. Randevu için en az altı ay uğraşılan önemli yönetici ve patronlar ile Orhan Bey her gün aynı masada oturuyordu.

ZORU BAŞARDI

Şip Şak Restoran’ın sahibi ve şefi Orhan Yeğen ile TRT Türk’te yaptığım “Dünyanın Türk Şefleri” vesilesiyle tanışmıştım. New York Manhattan’da en işlek olan 57’nci Cadde’de Romeo & Juliet Laser and Health Center’ın sahibi vatandaşımız Chris Karavolas sayesinde tanıştım. “TV programını ilk önce Orhan Yeğen ile yapmalısın, nevi şahsına münhasır bir şeftir” dedi. Gittik 2’nci Cadde’deki restoranına ve ertesi gün çekim yaptık. Kendisini bu kadar iyi yetiştirmiş, her ürünün en iyisini yapan Orhan Bey’in restoranında hayatımda içtiğim en iyi işkembe çorbasını ve en iyi keşkülü yedim desem abartmış olmam. Bu kadar zengin bir menü ve Türkiye’den binlerce kilometre uzakta bu kadar nefis lezzetler yakalaması gerçekten büyük bir başarı. Hiç kimseden yardım talep etmeden, sermayesiz, tırnaklarıyla Amerika gibi bir kurtlar sofrasında yüzlerce şef yetiştiren, dükkanına Trump’tan, Clinton’a, Obama’dan Arnold Schwarzenegger’e kadar pek çok ünlünün gelip mutlu ayrılması Adanalı Orhan’ın değil, her Türk vatandaşının göğsünü kabartmaktaydı. Henüz yapacağı çok işini yapamadan aramızdan ayrıldı Orhan Yeğen.

TÜRKLÜĞÜYLE ÖVÜNÜRDÜ

Orhan Yeğen, Amerika’daki faaliyetlerine yabancı bir isim ile başlasaydı, çok farklı yerlerde olabilir, çok para kazanırdı ama inançlarına ters geldiği için açtığı her restorana Türkçe isim verdi. Kendisine çok ısrar edildi ama o asla Türkçe isimlerden vazgeçmedi. Adeta fahri elçi gibi çalıştı, tanıttı ülkemizi. Zaten yurt dışında başarıyı yakalayan iş insanı fahri elçidir otomatik olarak. Türkçe isimlerle Miami’de, New York’ta dalgalandırdı bayrağımızı adeta Orhan Bey.

Çok okurdu, gezerdi, entelektüel birikimi müthişti Orhan Bey’in. Balıkçılığa karşı ilgisi büyüktü. Teknesi ile ara sıra okyanusa açılır balık tutar, drone ile fotoğraf çekerdi. Güzel hobileri vardı.

Program yaptığımız gün lakerdasını tattım. Çok başarılıydı ama onu tatmin etmiyordu. “Süreyya Bey, torik bulamıyorum” diye yakındı. Ben de gece toptancı haline gidelim, arayalım dedim. Saat 03:00’te, buharlı gemiyi bulan kişinin ismiyle anılan Fulton balık haline gittik birlikte. Sabaha karşı 4 adet torik bulup mutlu bir şekilde dönmüştük.

J.P. Morgan’ın ikinci ismiyle tanıştık restoranının kapısında. Adam paket siparişi vermiş, kapıda bekliyordu. Krizin en zor günlerindeydik. Bana dönerek ve Orhan’ı işaret ederek “Siz zorlanırsınız ama her şeyi aşarsınız, dinamikleriniz kuvvetli” demişti.

Değerli ağabeyim Reha Arar, birkaç ay önce ziyaretine gitmişti Orhan’ın. Milliyet Cadde’de Orhan Yeğen’in İstanbul’a döneceğini müjdelemişti. Biz de dört gözle beklerken, aniden ölüm haberini duyduk. 61 yaşında kaybettiğimiz Orhan Yeğen, Türk mutfağının New York’taki yıldızıydı.

ŞEFLER TAKİP ETMELİ

Orhan Yeğen’in yıldızı hiçbir zaman sönmeyecek gibiydi. Geleneksel mutfağımızı muhteşem icra ediyordu.

Son yıllarda yurt dışında okuyan şeflerimiz yabancı şefleri de mutlaka takip etmeli ama Orhan Yeğen’i kılavuz olarak görmeliler. Gerçek bir başarı hikayesidir Orhan Yeğen. Okyanus ötesinde olup kalbi hep Anadolu ve Türkiye için çarpan bir yiğitti o. Vefa yüklü, kalbi pırıl pırıl, pek çok insana yardımı dokunan bir insandı. İnsanlığı da yemekleri de unutulmazdı.

23 Ağustos 2018’de oğlum Koray’ın nikahını Amerika’da Türk Konsolosluğu’nda yapmıştık. Zarif çiçeğiyle nikaha gelmişti Orhan Bey. Akşamüzeri restoranında yediğim iç pilavı ömrümün sonuna kadar unutamam. Her ülke kendi mutfağını kendi şefleriyle bulunduğu ülkede çok iyi temsil eder çünkü lokal malzeme kullanırlar. Başka ülkelerde kullandığınız etin temin edildiği hayvanlardaki beslenme farklılıkları bile lezzeti değiştirir. O nedenle ürün adaptasyonu yapmak gerekir. Ve başarıyı yakalamak çok zordur. İşte bunu çok zor koşullarda yakalayan Adanalı Orhan Yeğen, bence New York’ta abideleşti. Ektiği tohumlar uzun vadede yeşerecektir. Yetiştirdiği şefler onun yolundan yürüyünce o abide hep ışıldayacaktır.

Işıklar içinde uyu Orhan, mekanın cennet olsun.

İyi pazarlar.

Yorum Yazın