0Yorum

Japonya'yı Neden Seviyorum

Son zamanlarda gittiğim seyahatlerdeki izlenimlerin bir bölümünü pazartesi günleri gazetemizin Cadde ekinde paylaşıyorum ancak sizlere de daha detaylı anlatmak arzum hep içimde.

Japonya’ya fırsat buldukça gitmeye çalışıyorum. Özellikle de seyahatlerimi nisan ayının ilk haftasına denk getiriyorum. Daha uçak piste indiğinde camdan bakınca pembe bir dünya ile karşılaşıyorsunuz. Ufacık ada topraklarında kalabalık nüfusla yaşayan Japonlar, sakura (kiraz) ağaçlarının meyvesinden çok çiçek açtığı dönemdeki görüntüsünden mutlu oluyorlar. Gerçekten de kartpostal görünümündeki ağaçlar insan ruhunu dinlendiriyor, okşuyor adeta!

Tokyo’nun parkları, bahçeleri, nehir kenarları, tapınakları dizi dizi sıralanmış kiraz ağaçları ile dolu. Göz kamaştırıcı pembe çiçekler bambaşka bir masalsı dünyaya taşıyor sizi. Ağaçların altında yürürken kafanızı kaldırdığınızda dantel gibi işlenmiş bir gökyüzü hissediyorsunuz.

Hafif rüzgar çıktığında sanki kar yağıyormuşçasına çiçekler uçuşuyor havada. Japonya’da betonların arasında ayrı bir dünya olduğunu bu parklarda anlayabiliyorsunuz. Parklarda dolaşırken açık hava sahası olsa da sigara içmek yasak. Kibarca sizi uyarıyorlar. Hele bir de nasılsa açık alan bir puro keyfi yapayım derseniz birkaç kez uyarılmaya hazır olmalısınız!

BALIK CENNETİ

Balıksız bir hayat düşünemez Japonlar. Trilye’nin açılma kararının da etkileri oldu. Nasıl mı? 1998 yılında Tokyo’ya görevli olarak gittiğimde Genelkurmay Karargahı’ndan dostum Denizaltı Subayı Albay Nedim Anbar, Askeri Ateşe olarak uçağın apronuna kadar gelip beni karşılamıştı. Kaldığım süre boyunca şehirler arası mola yerlerinde bile balık çorbasından balıklı krakere kadar her şeyi denemiştim. Birbirinin dilinden çok iyi anlayan iki insan olarak en büyük zevkimiz sabah saatlerinde Tsukiji balık haline gidip açık arttırma izlemek ve yan taraftaki lokantalarda suşi yemekti.

Bir sabah devasa orkinosların bulunduğu tezgahın önünde ikejime (balığı felç etme) yapan balıkçının hareketleri dikkatimizi çekince uzun süre bakakaldık. Tam giderken Nedim Albay bana döndü: “Süreyya ben gemileri yakıyorum. Türkiye’ye dönünce emekli olacağım ve Japonya’nın başkenti Tokyo’daki Tsukiji balık haline orkinos üretip satacağım” dedi. Ben de spontane bir sözle “Ben de gemileri yakıp Ankara’da bir balık lokantası açacağım ve bu Japonları balık yemeye Ankara’ya getireceğim” demiştim. Herhalde biri bizi izlese ve videoya alsa sabahın köründe iki delinin hatıraları diye çok kişiye izletirdi. Bana şu anda bile şaka gibi geliyor.

Tokyo’daki görevi bitince Nedim Albay, Çanakkale Boğazı Komutanlığı’na Kurmay Başkanı olarak atandı. İki yıl sonra Amiralliğine kesin gözüyle bakılırken emekli olup çarığını giydi. O şimdi kim biliyor musunuz? Ünlü Akua-Dem firmasının ortaklarından ve Çeşme Ildırı’da dünyanın en iyi orkinos çiftliği seçilen çiftliğin sahibi. Başka ülkelerin bile kotalarını satın alıp Japonya’ya orkinos ihracatı yapan, dünyanın en büyüklerinden.

Trilye efsanesi o günden beri her ay Kapadokya’ya giden ünlü Japonların uğrak yeri oldu. Saroz Körfezi’nin ıstakozunu yemek için güzergah değiştiren Japonlar, 1998 yılında vermiş olduğum sözü tutmamda en büyük destekçi oldular.

MİLLİYET ANKARA SÜRPRİZİ

Tokyo’da hiç yalnız hissetmiyorum kendimi. Burgaz Ada Restoran, Osmanlı mutfağından yola çıkarak yemeklerimizi sevdirdi Japonlara. Suntory’nin yöneticilerinden, Başbakan Abe’nin eşine kadar pek çok ünlüyü orada görmek bana keyif veriyor. Japonca kitabı da çıktı ve ev hanımlarının gönlünü fethetti Mehmet Dikmen, sevgili eşi Türk mutfağı hayranı Yuka ile.

Ankaralı ünlü işadamı Abdullah Sadıkoğlu’nun oğlu Demir Sadıkoğlu da Tokyo’da zirve yapan çok başarılı işadamlarından.

Asakusa’daki çaycı ile yıllar önce tanışmıştım. Milliyet Ankara’da yazdığım yazı gazetenin orijinal küpürü ile ellerine geçmiş ve çerçeve yapıp duvara asmışlar. Yeşil çay almak için dükkana uğradığımda böyle bir sürpriz hayatımın en mutlu anlarını yaşamama neden oldu.

 

Mağazalardan ufak bir şey alsanız dahi sizi kapıya kadar uğurlayıp inanılmaz incelik gösteriyorlar. Balık haline izinsiz girdiğimde elinde bir kağıt pankartla yanımıza gelip “Lütfen burayı terk eder misiniz? Balıkçılar işlerini yapamıyorlar” gibi ifadelerle gelen polisin yüzündeki nurlu gülüşü hiç unutamıyorum. Kapıdan kovulup bacadan tekrar girdiğimde yine aynı yüz ifadesiyle ve pankartla aynı polisin uyarısı ile karşılaşmam sevgi ve saygımın bir kat daha artmasına neden oldu!

Yemeklerimize karşı günden güne ilgi artıyor Japonlarda. Ginza’da gezerken rastladığım Ankara’nın değerli işadamlarından Cemal Karaoğlu da dünyanın bir ucunda iş yapmanın gururunu taşıyordu.

Japon mutfağından tempurayı çok severim. Ginza’da mütevazı gözüken Ten-Ichi isimli bir restoran var. Her gittiğimde uğrarım. Her zaman aynı lezzet aynı kalite. Obama’dan Gorbaçov’a kadar herkes uğramış oraya.

Suşide Kyubey, teppanyakide Sazanka ve MADOy favorilerim.

Ama şuna emin olun ki Japonya’da kötü ve kalitesizin yaşama şansı yok. Hemen tabii seleksiyona uğruyorlar.

Topkapı Restoran, Tokyo’nun ilklerindendir. Sahibini ziyaret etmek istedim, yolumuzun üzerindeydi. Öldüğüne çok üzüldüm, eşi işin başındaydı, oğlu da döner kesiyordu. Babalarının mirasını sürdürmeleri bir nebze üzüntümü azalttı.

Hokkaido istiridyeleri Fransa’nın Belon ve Gravette’lerini aratmaz. Soğuk suda ve doğal ortamda yetiştiklerinden inanılmaz lezzetli. Dönerken muzlu kek getirmeyi unutmayın eğer yolunuz düşerse Japonya’ya.

 Serin bir Ramazan ayının sonunda nihayet bayram gününe geldik. Ağzınızın tadı bugün olduğu gibi hiçbir zaman bozulmasın. Nice mutlu bayramlara hep birlikte erişmek dileğiyle.

Yorum Yazın