1Yorum

Bodrum'lu Rauf Amca

Ünlü bir konuşmacı, seminerine 20 dolarlık bir banknotu göstererek başladı. Salonda bulunan 200 kişiye;

“Bu parayı kim ister?” diye sordu ve eller kalkmaya başladı.

Konuşmacı:

“Bu parayı sizlerden birine vereceğim fakat öncelikle bazı şeyler yapacağım,” dedi. Parayı önce buruşturdu ve dinleyicilere;

“Hala bu parayı isteyen var mı?” diye sordu.

Eller yine havadaydı. Bu sefer konuşmacı; “Peki bunu yaparsam?” dedi ve paraları yere attı, onun üstüne bastı, ezdi, kirletti fakat eller yine havadaydı ve o parayı herkes istiyordu.

Konuşmacı şöyle dedi:

“Arkadaşlarım burada çok önemli bir şey öğrendiniz, paraya ne yaptırsam hiç önemli olmadı, onu yine de istediniz çünkü benim ona yaptığım şeyler onun değerini düşürmedi, o hala 20 dolar.”

Rauf Birol, Ankara’nın bağrından çıkıp uluslararası arenada kabul gören bir başkent markasının yaratıcısı çok değerli bir işadamıdır.

Geçen hafta öğleden sonra elinde yazdığı kitabını imzalamış olarak bana sürpriz yapıp ziyaretime gelen Rauf Birol, 1919 yılında dünyaya gelmiş, Girit’ten Bodrum’a göç etmek zorunda kalan bir ailenin oğlu. O yılları anlatırken şimdiki Suriyelilerin teknelerle Yunanistan’a kaçarken yaşadıkları olaylarla hemen hemen aynı olduğunu anlıyorsunuz. Bir asır geçse de insanlık bu acıları hep yaşıyor. 

HAYATININ DÖNÜM NOKTASI

Küçükken Bodrum’da bakkal çıraklığı yapmış Rauf Bey. İstanbul Lisesi’nde okurken askeri Kimya Mühendisliği’ne kaydını yaptırmış arkadaşlarıyla karşılaşınca Beyazıt Meydanı’nda, hayatının dönüm noktasını oluşturacak bir karar veriyor. Hala bu kararı nasıl verdiğini hayretle hatırlıyor.

Diplomasını aldıktan sonra teğmen rütbesinde Milli Savunma Bakanlığı’nda, Fen Sanat Genel Müdürlüğü’ne bağlı kimyahaneye tayini çıktı Birol’un. Barut ve patlayıcılar bölümünde çalışmaya başladı. Yıllar çabuk geçti ve yeni bir yol ayrımına daha geldi Birol. Üretim yapmak, istihdam sağlamak ve Türkiye ekonomisine doğrudan yararlı olmak istiyordu. Ama zor bir karardı. Zarif eşi İltekin Hanım, eşine hedefi gösterip itici güç olarak yanında olunca, koşar adımlarla ilerlemeye başladı.

1953 yılında kireç kaymağından çamaşır suyu, tuzdan tuz ruhu üretmek fikriyle yola çıkan Rauf Bey, temizlik piyasasına adımını attı.

DEVLERLE UĞRAŞMAK ZOR

Dünyanın en büyük şirketlerinin temizlik piyasasında büyük boyutlu reklam kampanyaları ile piyasada çok agresif olduklarını ve Anadolu firmalarına fazla şans tanımadıklarını söyleyen Birol, tek yolun kalite olduğunu her zaman anlatır. “Kaliteli ürün yapıp makul fiyatla tüketiciyle buluşturursanız ağızdan ağıza dolaşır ve en etkili reklam olur. Sizi tahtınızdan kimse kolay kolay indiremez” diyen Rauf Bey, Ankara’dan çıkan Birka markasını yarım asırdan fazla bir süredir devam ettirmektedir.

BENZOLLE MÜCADELE

Hayatının en büyük mücadelesinin benzole karşı verdiğini söyleyen Birol, benzolün en korkunç zehirli maddelerden biri olduğunu bu konuda insanları medya yoluyla sürekli uyardıklarını ve iyi bir vatandaşlık görevi yaptıklarını söylemektedir.

Birka’nın piyasaya girdiği ilk yıllarda kötü bir araba ile sabahtan akşama kadar dolaşıp ürününün satışlarını takip eden Rauf Bey’in gayretini Meşrutiyet’te gören bir bakkal, bagajdaki tüm çamaşır sularını alırmış. Elinde kalınca döküp tekrar alırmış bakkal efendi.

Sohbetinde insana hep pozitif yükler gönderir Birol. Bugünü gün ışığıyla, geleceği hayalleri ile, geçmişi güzel anılarıyla aydınlatarak bugünlere gelmiş bir değerdir.

VEFA İNSANI

Ünlü Halikarnas Balıkçısı, Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın da Bodrum’dan çocukluk arkadaşı olan Rauf Birol, tanıdığım en vefalı insanlardan biridir. Kendisi gibi yine bir Ankara efsanesi olan Ayhan Sümer’den de kitabında bahseden Birol, Birtat markasını yaratan Hüsamettin ve Nizamettin kardeşlerin de kendisinin Ankara’da olmadığı günlerde Birka fabrikasında çıkan yangına hızır gibi yetiştiklerini anlatıyor.

ÇEVRECİ İNSAN

Yaşamı boyunca meslek hastalıklarına karşı amansız bir mücadele veren Birol ile ilgili uyanık deterjancı gibi benzetmeler yapılsa da onun dürüstlüğünü, kalitesini, ürünlerini, taviz vermeden sürdürdüğü çevreci yaklaşımını artık sadece Ankara değil, tüm Türkiye ve dünyanın bazı ülkeleri de biliyor.

Çocukları Cüneyt ve Ömer, babalarından aldıkları bayrağı zirvelerde tutmak için büyük çaba göstermektedirler.

“Tanrı’nın bana en büyük armağanı” dediği eşi İltekin Hanım ise Atatürk’ün tanımladığı Ankara hanımefendilerindendir.

Kitabın ilk sayfasına eşiyle ilgili güzel cümleyi koyan Rauf Bey, son sayfada da “Hani çocukken kıyıda oturup denizden bir avuç kum alır, sonra denizin ve kumların parmaklarımızın arasından akışını seyreder, elimizde kalan çeşitli renkteki ve büyüklükteki kum tanelerine bakardık. İşte bu kitabın içindekiler de o kum tanecikleri gibi hayat parmaklarımın arasından akıp giderken aklımda kalan kum tanecikleri” diyor asırlık Ankara efsanesi Rauf Birol. Böyle başarılara gerçekten şapka çıkartmak ve alkışlamak düşer bizim için.

Hayat uğraşı insana sağlamlık verir. İnsan yaş aldıkça kayaların yalçın görünüşüne bürünür. Ama güzelliği görme yeteneğini kaybetmeyen asla yaşlanmaz. İyi pazarlar.

Not: 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun.

Yorum Yazın