0Yorum

Ankara’nın Tutkulu Genç Girişimcisi

Kara Harp Okulu, 1920 yılında İstanbul’da Harbiye semtinde eğitim ve öğretimine başlar, daha sonra Ankara’ya Abidinpaşa Köşkü’ne taşınır. Bir gün Atatürk yanındakilere talimat verir: “Bana modern, eşi benzeri olmayan, Harbiyelilere yakışır bir Harp Okulu yapın” der. 25 Eylül 1936 tarihinde “merkez site” olarak adlandırılan binaya giden Atatürk, gördüğü manzara karşısında buz kesilir ve çok sinirlenir. Okulu yaptıran yetkililere dönerek: “Beyler ben size cezaevi yapın dememiştim, Harp Okulu yapın demiştim” der ve onları azarlar. 1976 yılında o binada dört yıl sürecek öğrencilik yaşantıma başlamıştım. Denizi olan kentte doğup büyümüş arkadaşlarım Orhan Çubuklu, Soner Öncü, Eray Beceren, rahmetli M. Orhan Yaşar ile beraber şair Sabahattin Ali’nin Sinop Cezaevi’nde yazdığı şiiri ağzımızdan düşürmezdik: Görmek istersen denizi, Yukarıya çevir gözü, Deniz gibidir gökyüzü, Aldırma gönül aldırma, Gönül aldırma. Gerçekten de Harp Okulu’nun merkez sitesi cezaevi gibiydi. Kendimizi cezaevi bahçesinde volta atan mahpuslara benzetiyorduk. Tek bir manzaramız vardı, kafamızı yukarıya kaldırdığımızda gördüğümüz masmavi gökyüzü!

Mavinin hayatında bir ışık olduğunu, mavi olmadan nefessiz kalacağını söyleyen Necdet Evliyagil mavinin, enerjinin ve mutluluğun adı olduğunu da sık sık dile getirmiştir. Necdet Bey’in oğlu Sarp Evliyagil Ankara’nın tanınmış simalarındandır. Baba Evliyagil kendisine “İstanbul Mavisi” adlı şirinde özel dörtlükler yazmıştır: Maviyi, Her yerde görürsün, Yalnız ve yalnız, Boğaziçi kıyılarında, Ve bulutlarında, İstanbul mavi’siyle öpülürsün. Babası kadar maviye düşkün Sarp Bey bu özlemi sadece yaz aylarında teknesiyle Ege sularında gidermektedir. Ankara sevdası ağır bastığı için yatırımlarını hep Ankara’da yapmıştır. Onun kalbi Ankara için çarpar. İşletme yönetimiyle ilgili verilen derslerde hep öğretilen şudur; şirketler büyür, pazarda önemli bir konuma erişirler ama daha sonra şirketi devralan ikinci ve üçüncü kuşakların başarı grafikleri düşer. Genel kanı hep böyledir. Sarp Bey bu kuralı bozan ender insanlardan biridir. 1992 yılında babasını kaybettikten sonra bayrağı eline almış, hiç düşürmemiş, her zaman iki hamle sonrasını gören kıvrak zekasıyla hareket ederek şirketin işlerini daha ileriye götürmüştür. Zaten vizyon da görülmez olan şeyleri görebilme sanatı değil midir?

ÖZEL BİR SERGİ

Haz, insanı insan eden duygudur. Bu duyguyu sürekli yaşayan bir insandır Sarp Bey. Çok iyi bir gurme, çok iyi bir degüstatör, iyi bir koleksiyonerdir ve buna benzer pek çok şapkası vardır. Dünyanın her yerinden sosyal ve sanat hayatını takip ediyor. Mayıs ayında Tepe Prime’da m1886 sanat galerisinde Evliyagil’in koleksiyonun arasından seçilen 60 eser göz kamaştırdı. “Menzil” isimli sergiye Türkiye’nin her yerinden pek çok ünlü simalar katıldı. Sergiyi gezenler “Pes doğrusu, Sarp Bey hangi işe el atıyorsa hangi işi yapıyorsa en iyisini yapıyor” dedi.

Ankara’da son yıllarda hızla gelişen sosyal hayata büyük katkısı bulunan Evliyagil, dünyanın en önemli gastronomi klüplerinden sayılan Chaine des Rotisseurs’ün de Ankara’daki kurucularındandır. Girişimci gençlere de yakın ilgi, maddi ve manevi destek gösterir.

REKORLAR KİTABINDAKİ TÜRK FİRMASI

Sarp Bey’in sahibi olduğu Ajans-Türk Basın ve Basım A.Ş. 1952 yılında iki katlı bir evde sektördeki faaliyetlerine başlamıştır. İlk günlerden itibaren iddialı çalışmaları onları hep zirveye taşımıştır. 1967 yılında dünyadaki ilk kabartma pulu basarak, Ankara’dan bir firmanın Guinness Rekorlar Kitabı’na girmesini sağlamışlardır. Evliyagil Plaza’nın bir bölümünde faaliyetlerini sürdüren Ajans-Türk ve Evos Basım Yayın isimli iki şirket ekonomik krizlerde bile etkilenmeden sektörde önemli bir marka ve özel basım çalışmalarının tek adresi olmuştur. Çağın koşullarına ayak uyduran, ikinci kuşak temsilcisi Sarp Bey matbaacılık sektörünün dışında gayrimenkul ve turizm alanlarında da yavaş ve emin adımlarla ilerlemektedir. Evliyagil, dik tepelere tırmanmak için başta yavaş yürümek gerektiğine inanıyor. Denizi olmayan, turizm açısından cazibe merkezinden uzak başkentimizin gelişmesine, tanıtımına bir görünmez el gibi uzandığını her zaman yakinen görüyorum. Ondaki Ankara aşkı öyle bir sevda oldu ki ruhunu teslim aldı. O nedenle dünyanın en güzel kentlerine bile gitse kısa bir süre sonra Ankara’yı çok özlüyor sürekli “Ankara’ya neler yapabiliriz”in peşinde koşuyor. Temel analizleri yapmadan, yatırımlara yönelmeyen Sarp Bey, çok titiz, iyice eleyip sık dokuyan bir yapıya sahip. Gereksiz ve inanmadığı alanlarda büyümekten kaçınır. Zaten büyümek için büyümek sadece bir kanser hücresinin ideolojisidir.

Yorum Yazın