0Yorum

Bulutlar Sizi Bekliyor

Kurban bayramını fırsat bilerek bayram öncesinden Peru’ya gittik. Uzun bir süredir Humboldt akıntısında yaşayan deniz canlıları ilgimi çekiyordu. Peru’ya hayat veren Humboldt’un 16 saatlik (İstanbul – Paris – Lima) yolculuğa değeceğine inanıyordum.

Lima’ya uçağın tekerleri inince büyük bir alkış koptu. Ülkesinden bir süre uzak kalan Perulular çoğunluktaydı uçakta. Kolay değil 12 saat Atlas Okyanus’u üzerinde uçtuktan sonra yere inmek. Bu alkış tufanına biz de katıldık. Kendimi 1980’li yıllarda yavru vatan Kıbrıs’a seyahat ediyormuşçasına hissettim. Alkış geleneğini o yıllardan hatırlıyorum. Büyükelçi Namık Güner Erpul’u ve Trilye’de daha önce staj yapan Ozan Yıldızhan’ı karşımızda görünce ülkeye yabancılığımız ilk anda gitti.

Jet lag’i atlatmamız için hiç istirahat etmeden günümüzü sürdürdük. İlk akşam Vivaldino Restoran’da Büyükelçi Namık Güner Erpul ve zarif eşi Necla Hanım’ın konuğu olduk. Deniz manzaralı çok güzel bir restoran. Dil balığından yapılan seviçe çok hafif ve lezzetliydi.

Parmesanlı tarak favorimiz oldu. Peru’nun en lezzetli balıklarından corvina, olta ile yakalanan bizim deniz levreği lezzetinde bir balık. Ana yemekte her restoranda çekinmeden sipariş verebilirsiniz, eğer güzel pişirilmişse mutlu olmama şansınız çok az. Vivaldino kendine özgü aylık bülten çıkaran, ambiyansı ve yemekleri güzel bir restoran.

Heyecan verici yeni malzemelere ve mutfak maceralarına duyduğum açlık beni bu kadar uzaklara götürdü. Üstelik mutfaklarla ilgili yakın tarihe duyduğum özel ilgi nedeniyle “aşçıların kralı ve kralların aşçısı” olarak bilinen Escoffier’in bir zamanlar Peru mutfağı hakkındaki sözleri heyecanımı daha da artırıyordu.

Peru restoranlarında başlangıç içkisi “pisco”dur. Pisco Sour ya da Marakuyalı Pisco’yu denemenizi öneririm. Pisco Sour’un hazırlığında bizim damağımızın alışık olmadığı yumurta akı bulunuyor. Ama Marakuyalı Pisco tam egzotik bir tat. Bir zamanlar Kaliforniya’daki altına hücum günlerinin vazgeçilmezi olan pisco artık altın arayanlarla dansçı kızların içkisi değil. 1850’lerde Amerika’nın Büyük Okyanus kıyıları, Peru’nun kuzeyindeki Kaliforniya’ya gemilerle naklettiği berrak üzüm brendisi pisco ile yıkanıyordu. Şu anda pisconun trendi Amerikan barlarında hızla yükseliyor ve kokteyl içkisi olarak ön sıralarda yerini alıyor. İyi bir pisconun temel meyve notaları, minerallik ve floral aromalar arasında mükemmel bir denge kurmaktadır.

Uçak yorgunluğunu attıktan sonra biraz free takılıp heyecan yaşamak istedik. Koray’da harita, Mahmure’de kamera, fotoğraf ve video çekimleri için ekipmanlarla birlikte yola koyulduk. Cep telefonumun kompasını batıya doğru ayarlayıp haritada bulunduğumuz yerden denizi kolayca bulduk. Falezlerle dolu sahilde denize giren neredeyse hiç yok. Çünkü su çok soğuk. Kennedy Meydanı önemli bir nirengi noktası. Kedilerin yaşadığı özel bir sokak var. İsteyen evine alıp götürebiliyor. İsteyen hasta kedileri tedavi ettiriyor ama yiyecek getiren pek çok insan var.

Kennedy Meydanı’ndan Mirabus otobüsleriyle 3 saatlik bir şehir turu aldık. Francisco Müzesi ve şehrin belli başlı yerlerini üç saat boyunca gezdik. Yine pusula ve haritayla evin yolunu kolayca bulduk.

HUMBOLDT BEREKETİ

Humboldt akıntısı, Güney Amerika’nın batı kıyısında bir soğuk su akıntısı. Peru’nun kuzeyine doğru yol alıyor ve kuzeyde sıcak su ile karşılaşınca kayboluyor. Soğuk su olduğu için deniz ürünleri bizim Karadeniz’i hatırlatıyor. Oldukça lezzetli balıkları ve deniz ürünleri var.

Birkaç deniz meraklısı binlerce mil uzakta sahil kenarında buluşursa ne olur? Elbette büyük bir sinerji. Bu sinerji bizi 03:00’te yatağımızdan kaldırıp Mercado Mayorista Pesquero balık haline götürdü. Humboldt bereketini gözlerimizle gördük. Kefal, kupes, palamut, torik, dil, sardalye, hamsi hiç mutasyona uğramamış haliyle arzı endam ettiler. Kalamarların bazıları adeta dev gibiydi. Örneğin “pota” dedikleri kalamar, müthiş görünümlü kılıçlar, Amazon’dan tatlı su balıkları müthiş bir görünüm sergiliyordu.

Yengeçler canlı canlı ve tanesi 50 kuruşa denk geliyordu. Luna balığı da heybetli görüntüsüyle dikkat çekiyordu. Deniz kabukluları yönünden de oldukça zengin. Sadece karides ve tarak üretiyorlar. Denizin açıklarında Çin ve Japon gemileri bekliyor. Balık ihracatında oldukça iyiler.

PARACAS CENNETİ

Yine sabah 04:00’te yola çıkıyoruz. Çölün içinden üç saatlik bir yolculuk yapıyoruz. Uyuyan bir şehre geliyoruz. Hilton Double Tree ve birkaç 5 yıldızlı otel konuşlanmış bile. Necla Hanım bize erken saatte gitmemizi öneriyor. Çünkü daha sonra deniz kabarıyormuş ve dalgalarla daha zor bir gezinti oluyormuş.

08:00’de sürat teknelerine biniyoruz ve şehir uyanmış. Bir sürü iskele ve sürat teknesi. Hepsi tıklım tıklım turist dolu. 20 dakika sonra bir kıyıya yanaşıyoruz ve muhteşem işareti görüyoruz. Devasa bir işaret çölün ortasında. Uzaylılar mı yapmış, İnkalar mı? Nasıl oluyor da bozulmadan yüzyıllardır durabiliyor bilinmiyor.

20 dakika sonra adalara ilerliyoruz. Yaklaştıkça fok balıkları hoş geldin dercesine teknenin etrafında bizi karşılıyorlar. Biraz daha yaklaştıkça gözlerinize inanamayacağınız bir manzara: on binlerce pelikan, on binlerce penguen, yüzlerce deniz aslanı karşılama merasimi yapıyorlar.

Sayısız ada ve iğne atsan yere düşmeyecek yoğunlukta bu birbirinden güzel kuşlar.

Az ilerde bir römorkör var. 10-15 kişi kuş pisliklerini paketleyip adadan raylı sistemlerle römorköre gönderiyor. Pislikteki nitrat maddesi sanayide kullanılıyor. Kuş pisliklerinin tonajını tahmin etmek kolay ama kuşların miktarını saymak çok zor. Kayaların suyla temas eden bölümlerinde milyonlarca midye. Paracas bence Peru’nun en ilginç yerlerinden birisi ve mutlaka görülmesi gerekir.

Paracas’a çok yakın Ica kentine bağlı Huacachina isimli vaha köyü var. Yanında bir göl. İnkalı sevgilisini savaşta kaybeden kızın gözyaşlarıyla gölün oluştuğuna inanılıyor. Burada kum kayağı yapabilirsiniz. Ayrıca Paracas’ın çok yakınında yamaç paraşütü ile okyanusa doğru uçarak macera yaşayabilirsiniz.

CUSCO’YA İNERKEN YÜKSELİYORUZ

Yaklaşık bir saatlik yolculuktan sonra Cusco Havaalanı için yükselmeye başlıyoruz. Çünkü Cusco 12 dağ kütlesinin ortasına kurulmuş ve denizden yüksekliği3.416 m. Perulu pilotlar sanıyorum dünyanın en iyi pilotları arasındadır. Bu denli zorlu bir inişi çok iyi bir ustalıkla başarıyorlar. Cusco “göbek deliği” anlamına geliyor. Cusco’yu çevreleyen 12 dağın her birinin 12 yıldız kümesinin simgelediği burçlar gibi, 12 insan karakterinden birine sahip olduğu kabul ediliyor. Cusco için kainata açılan kapı deniliyor. Şehrin çok güzel bir meydanı var.

Alışveriş olanakları geniş. Şili’nin para birimi Soles. Alacağınız ürünün üzerindeki fiyatlar soles’tir. İkiye bölerseniz TL karşılığı çıkar. Fiyatlar oldukça ucuz. En çok rağbet gören alpaga kazak ve şallar. Baby alpagalar biraz daha kaliteli. Ama en uç noktası vikunya. En pahalısı da o. Ama Avrupa’daki fiyatlarla karşılaştırıldığında mukayese bile kabul etmez. Trikoda İtalyanların el attığı Kuna mağazaları daha modern çizgide kıyafetler sergiliyor.

Cusco’da yemek konusunda pizza ve hamburgercilere kendinizi teslim edebilirsiniz. Sacsayhuaman Kalesi’ni mutlaka görün. Zikzaklı inşa edilmiş surlardaki taş blokların 100-120 ton ağırlığında olması ve İnkaların sadece kol kuvvetiyle bu derece görkemli yapılar inşa etmeleri akıllara durgunluk veren bir konudur.

BULUTLARA YOLCULUK

Cusco’dan otomobil ile erken saatte Poroy kentine geldik. Trene transfer olup heyecanlı yolculuğa başladık. 110 km’yi 4 saatte olağanüstü manzaraları izleyerek nostaljik trende kat ettik.

Yan tarafımızda da İnka yolundan yürüyerek çıkan dağcılar bizi izliyordu. Tren ara sıra durup geri geri geliyor ve “Teknik olarak zikzak yaparak çıkmamız gerekiyor” diyordu görevliler. Ama yolculuğun sonunda “İyi ki geldik, iyi ki bu kadar yolu teptik” dedirtecek bir manzara. Tren istasyonundan otobüslerle kısa ve maceralı bir yolculuk. Tekrar yürüyerek rehberimizle birlikte böyle bir şey var mı dedirtecek Machu Picchu’ya ulaşıyoruz.

Sanki bulutlara asılmış bir şehir. Çağımızın teknolojik imkanlarıyla buraya çıkmak zor ama nasıl yapmışlar böyle gizemli bir yeri. 500 yıl saklamışlar. 1911 yılında Hiram Bingham isimli bilim adamı tesadüfen bölgede gezinirken bir çobana soruyor. Ama saklamakta da haklıymışlar bence. Cusco’nun bir minyatür planı gibi inşa edilmiş. 3.500 –5.000 marasındaki yükseklikte yaşayan İnkaların bu yükseklikteki koşullarda yaptıkları inşaatlar bugün bile hayranlıkla izlenmektedir.

Meydandaki 2 m yüksekliğindeki dev taşın hala enerjiyle dolu olduğuna ve dokunulmaması gerektiğine inanıyorlar. Ama Koray’la birlikte enerji almak için taşa dokunduk. Hemen yanımıza gelen görevlinin “Sir don’t touch!” demesini duymazlıktan gelerek. Machu Picchu’da yüzlerce çeşit orkide bulunuyor. Dağlarda gözlüklü denilen ayılar ve tavşana benzer kemirgen “vizcacha” görüldüğü söyleniyor.

Dünyada görülmesi öncelikli olan 7 harikadan biri Machu Picchu’yu mutlaka seyahat listenize ekleyin, çok mutlu olacaksınız.

EGZOTİK DURAK LİMA

Lima’ya vardığınız ilk gün size önerim otele valizleri bırakır bırakmaz okyanus kenarındakiLa RosaNautica’ya gitmenizdir. Yan tarafı bar. Diğer tarafı büyük bir deniz ürünleri restoranı. Ambiyans müthiş. Denizin üzerinde dalga seslerini dinleyerek Pisco Sour, Marakuyalı Pisco ya da Arjantin, Şili, Kolombiya, ille de Peru diyecekseniz Tacama şarabını yudumlayarak günbatımını izleyin. Balık restoranı sıradan ama bar müthiş.

Yemek konusunda hiç zorluk çekmeyeceğiniz bir kent Lima. Tavuk denemek isterseniz Pardo’s Chicken’dan şaşmayın.

4.300 çeşit patatesin yetiştiği Peru’da mısır da bol. Mor mısır suyu; ananas suyu, karanfil ve tarçından oluşan güzel ve sağlıklı bir içecek. Fırında tavuk yanında sunulan üç sosla birlikte nefis.

Güzel bir pizza yemek istiyorsanız Antica Pizzeria’yı öneririm. Sıcak bir atmosfer, sahibi İtalyan, tuğladan yapılmış duvarlar, taş fırınlar salonun içinde. İtalyan usulü pizzalar oldukça lezzetli. Hesaplar makul.

Değişik bir tarzda deniz ürünleri yemek istiyorsanız yeni açılan Segundo Muelle Restoran’ı denemek lazım. Öğle saatlerinde tıklım tıklım kalabalık. Suşileri gelenekselleştirerek seviçeye uyarlamışlar. Siparişleri görkemli menülerden seçebiliyorsunuz. Ama benden ufak bir uyarı fotoğrafta gördüğünüz yemeğin aynısı gelemeyebiliyor. Corvina balığı yerine değişik bir lezzetsiz balık getirdiler. Cameron denilen balık çorbasında “Köy yumurtası niçin yok?” diye sorduğumuzda hemen tabaklarımızı yenilemek istediler. “Bizi turist sandığınız için mi böyle yaptınız?” diye tepki gösterince çok üzüldüler ve özür dilediler. Marakuyalı ve cherimoyalı tatlıları çok ilginç.

ÇILGIN BARRANCO

Barranco, Lima’nın en canlı bölgesi. Çılgınlar denize giriyorlardı. El sanatlarının sergilendiği butik bir yere geldik. Sürpriz çok ilginçti. Çok şık bir butiğin duvarında Vacide Hanım yazıyordu. Dünyaca ün salan bu sanatçı Türk kızının babası 1973 yılında İstanbul’dan İngiltere’ye öğrenime giden Süheyl Erda, Marina adlı genç bir Perulu kızla tanışır. Bir yıl sonra birbirine aşık olan gençler evlenir ve kızları olur. Adını Süheyl Bey’in annesinin adı olan Vacide koyarlar. Bir süre sonra boşanan çiftin kızlarının velayeti annesine verilir. Vacide de büyüyünce Peru’da ünlü bir modacı olur. 36 yıl sonra Peru’dan İstanbul’a gelip ailesini bulan Vacide’nin birbirinden güzel el sanatları ile donanmış butiğini Barranco’da bulduk. Süheyl Bey’in de Amazonlar’da Iquitos şehrinde yaşadığını öğrendik.

Barranco’da sadece yürek satan restoranlar var. Gündüzleri kapalı, akşamları açık ve tıklım tıklım. Perulular yüreği çok seviyorlar. Ama ben yürek etini biraz sert buldum.

İSTANBUL COMIDA TURCA

Adanalı Mehmet 2006 yılında Monarch of the Seas gemisinde tanıştığı Patricia’ya aşık olur ve evlenirler. Peru’ya yerleşir ve Türk lokantası açmaya karar verir. Hayatından memnun. Kapıda kocaman bir Türk bayrağı. Orta Doğu kökenlilerin uğrak yeri olmuş restoran. Bir de birazcık parayı kıyıp Türkiye’den iyi bir aşçı getirirse başarılarına başarı katar.

Sigara içme yasağı Peru’da çok keskin. Üstü açık olsa bile restoran, bar, cafelerde kesinlikle sigara içmek yasak.

Lima müze yönünden de zengin. Francisco Müzesi, Altın Müzesi ilgi çekici.

 GASTRONOMİYE İLGİ

Peru mutfağının yükselen bir trendi var. Şehirdeki iyi restoranlarda gün içinde yer bulmak oldukça zor. Carnal, et ve deniz ürünlerinin birlikte sunulduğu hoş bir mekan. Kuverde iki çeşit tuz sunuluyor. Bir tanesi sade, diğeri baharatlarla zenginleştirilmiş. Bu tuzları Machu Picchu vadilerinden geçen Urubamba nehrinden elde ediyorlar. Fleminyon ve New York steakleri çok lezzetliydi. Bir porsiyonda üç adet bulunan mini fleminyon burgerler de çok hoştu.

 

La Mar, Peru’nun en ünlü aşçısı Gaston’un ortak olduğu ve yanında yetiştirdiği şefin işlettiği çok özel bir deniz ürünleri restoranı. Farklı bir ambiyansı var. Boğucu, sıkıcı değil, neşe katıcı bir tarz. Ton balığından dil balığına kadar değişik balıklardan yapılan seviçeler yine başlangıç yemeği. Egzotik lezzetler. Limon sorbeleri çok keskin ve derin bir tat bırakıyor. Istakozları, yengeçleri, kalamarları hepsi birbirinden lezzetli.

Gaston’u yerel halk çok seviyor. Cumhurbaşkanlığına aday bile gösteriyorlarmış. Çünkü Gaston üretici ile mutfağı buluşturan fitili ateşlemiş.

EN BEĞENDİĞİM MEKAN FRANCESCO

Geç saatte yer yaptırmamıza rağmen en güzel masayı vermişler. Okyanus manzaralı cam kenarı. Okyanus manzarası boğaz gibi olmuyor. Okyanusta açık bir sonsuzluk görüyorsunuz ve insanı yoruyor, yeise düşürüyor. Oysa Boğaz manzarası cıvıl cıvıllık yaşatıyor insana.

Mavi gömlekli, ben aşçıyım dedirten göbekli Francesco karşılıyor bizi. İki değişik Şili şarabı degüstasyonu yapıyoruz. Chile Amelie ve Argentino Rutini, arkasından ünlü yiyecekleri Causa’larını tadıyoruz. Patates püresi, avokado ve yengeç eti müthiş bir üçlü oluşturmuş. Amarillo ve safran sosuyla birlikte servis ediliyor. Yengeç ve karidesleri müthiş. Francesco ile birlikte fotoğraf çektiriyor ve kendisini tebrik ediyorum. Seviçe çiğ balık olduğu için hazmının zor olduğunu düşündüklerinden seviçe servisi yapan restoranlar en geç saat 5’te kapanıyor ve akşamları hizmet vermiyorlar. Lima’da restoran ve şarap fiyatları da çok makul düzeyde.

En etkilendiğim konu: Perulular kurallara çok uyuyorlar. Balık restoranlarında her menünün ilk sayfasında “Kusura bakmayın, ahtapot satmıyoruz, mevsimi değil, onlar üreme döneminde” diye spotlar var. Bizim yazarlarımız da yaz aylarında tatil beldelerinde taze kalamar, ahtapot yok diye restoran sahiplerini fırçalıyorlar! Daha sonra da sattığın çinekop kaç santim diye bilgiçlik taslıyorlar.

Lima’ya gitmişken bir gecenizi Işık Parkı’na ayırın. İnanılmaz keyif alacaksınız. Melih Gökçek görse kesinlikle daha güzelini Ankara’ya yapar ve çok yakışır.

BÜYÜK BÜYÜKELÇİ

Namık Bey’le iki yıl önce vedalaştığımızı hatırlıyorum. Diyar-ı gurbetlere gittiğini, ilk kez Lima’da büyükelçilik kuracağını işitmiştim. Ama bu kadar kısa sürede böyle bir performans sergileyeceğini hiç tahmin etmezdim. Yıllardır yurt dışında iş yapan iş adamlarının, sanayicilerin, ihracatçıların mumla arayıp bulamadığı, ülkesini seven, ülkesi için adeta çırpınan bir büyükelçi. Türkiye’den hangi iş kolundan gelen olursa olsun mesaisini harcıyor ülkesine bir şeyler kazandırabilmek için. Büyükelçi mesai mefhumu tanımadan çalışıyor. Kurban bayramı boyunca Meclis Başkan Yardımcısı ile %35’i yoksulluk sınırının altında olan Ate şehrinde 5’er kg’lık et dağıttı. 700 kişiye bizzat kendi eliyle.

Peru son yıllarda yüzde 8 - 9 büyüme hızı ile gidiyor. Dünyadaki altın rezervlerinin önemli bölümü burada. Altın yüzeyden çıkarılıyor. Amazon ve And dağlarından hayat fışkırıyor. Dünyadaki tatlı suların yüzde 5’i Peru’da. Çelik, demir, krom, tuz, çinko ve balık bol. İnşaat, mobilya, jeneratör, makine ve hastane gibi pek çok sanayi ve hizmet kolunda Türkiye’den gelecek yatırımcıları bekliyor.

Büyükelçi Namık Güner Erpul ve zarif eşi Necla Hanım zorlu bir dönemin ardından kısa bir sürede kendilerini sevdirmenin, Türkiye’ye önemli ölçüde yararlı olmanın mutluluğunu yaşıyorlar.

THY GURURLANDIRIYOR

Lima yolculuğu uzun sürüyor. Paris aktarmalı gittik. Air France ile uçtuk. Yalnız yorgunluğumun en aza indirgendiğini hissettiğim an Cusco Havaalanına indiğim andı. Yanımıza gelen Yunanlı bir bayan “Siz Türk müsünüz?” deyip sırt çantasına yapıştırdığı Türk Hava Yolları amblemini öptü. “It’s the best in the world” deyince bütün yorgunluğumuz gitti. Sao Paulo’ya THY business ile uçmuş oradan Lima’ya gelmiş.

Ben Peru’ya doyamadım. Çünkü Titikaka Gölü, Nazca çizgileri ve Amazonlar’ı göremedim. Koray ve Mahmure de öyle. İnşallah en kısa zamanda tekrar gideceğim. Peru’nun Ankara Büyükelçisi Jorge Abarca Del Carpio ve Fahri Konsolos Osman Mayatepek çok sempatik ve sevdiğim dostlarımdır. Yıllardır Osman Bey’in gülümseyen yüzüne baktıkça Peru’ya gitme hevesim artıyordu. Bizden biri gibi birdenbire aramıza düşen, o canlı, tatlı tavırlarıyla kısa sürede Ankara’ya alışan Jorge Abarca Del Carpio benim hevesime ivme kattı. Artık menüye seviçeyi koydum. Peru ile çok güzel köprüler kurmaya devam edeceğiz. Bu sıcak ülkenin insanları bizlerle çok iyi uyum sağlıyor.

Yıllardır ülkemizin tanınması, kalkınması için ailece gece gündüz çalışıp çok büyük emek vermeye çalışıyoruz.

Ama artık diyorum ki bırakalım 50 - 100 yıl önce olan olayları, çevirelim gündemi ekonomiye, ülkemizin zenginliklerini, bizi seven dost ülkelerin zenginlikleriyle birleştirelim, halklar daha müreffeh yaşasın. Kısır tartışmalar yerine enerjimizi üretime, ekonomiye harcarsak neler kazanırız neler.

Dünyamızda uzak diye bir mefhum kalmadı. Açalım yelkenleri, gidelim keşiflere. Artık gittiğiniz ülkelerde, Türkiye’nin isteklerine canla başla cevap verebilecek, iş adamına, insanına değer veren Namık Bey gibi çok değerli kişiler var. Bunlar da Türkiye’nin önünün açılmasını kolaylaştırıyor.

Peru sizi kucaklamaya hazır. Ufukların sonunda bulutlar sizi bekliyor.


 

 

Yorum Yazın