0Yorum

Ankara'ya Denizi Getiren Adam - 16 Mart 2013 Habertürk Gazetesi - Serdar Turgut

2002 yılında Ankara'da bir mucize oldu. Damak tadı olanlar, keyif yapmayı bilenler, lezzet için yaşamayı başaranlar, şehirde o kadar lezzetli deniz ürünleri, o kadar orjinal yorumlarla yapılmış ve sanat eseri gibi sunulan balıklar, çeşitli deniz ürünleri yemeye başladılar ki, sadece buna bakılarak "Artık şehrimizde deniz var" deselerdi tüm dünya onlara inanmaya hazırdı. Süreyya Üzmez Bey, o günden bu yana aynı aşk ve heyecanla orjinal olabilmeyi, yenilikler yapmayı başarıyor ve eşi Mahmure Üzmez Hanım'la birlikte dostça, gönülden ilgileniyor. Onlar Trilye Restoran'ı bir fenomen haline getirdiler. Hem Türkiye hem dünya basınında orada sunulan yemeklerin lezzeti ve deniz ürünlerine yaklaşımdaki farklılık hakkında birçok yazı çıktı, kaliteden anlayanlar restorana hakkını verdiler. Mey İçki CEO'su Galip Yorgancıoğlu da kesinlikle kaliteden anlayan ve değerini bilen bir insan olduğundan Ankara'da gece verilen davetten önce öğle saatlerinde bizi Trilye Restoran'a topladı. Grup o lezzetlere kavuşmak için o kadar sabırsızdı ki, uçaktan iner inmez otelimize yerleşmeden direkt Gaziosmanpaşa'daki taş binaya gittik. Süreyya Bey her zamanki dostluğuyla ve sıcak tavrıyla karşıladı bizi. Ve sonra da şov başladı. İlk önce benim "Ancak cennetten gelmiş olabilir" diye tanımlayacağım yumuşaklıkta ipek gibi bir lakerda, sonra sırasıyla kömür ızgarasında langusto, mürdüm erikli ahtapot, kalamarlı kabak çiçeği dolması, balıkbudu köftesi, kral yengeç salatası ve sonunda üstü haşhaşla kaplı bir kalkan tava geldi. Bu kadar deniz ürünü yedikten sonra bir tatlı da vücuda ayar vermek için gerekiyor tabii ki. Benim o güne kadar hiç görmediğim bir yorumla ve lezzetle hazırlanmış bir sütlaçtı bu, madreli sütlaç. Yemekte tabii ki Mey İçki'nin beyaz, roze ve kırmızı şaraplarını içtik. Özet olarak söyleyeyim, hepsi de mükemmeldi. Dünyanın hiçbir yerinde bulamayacağınız lezzette ve yorumda bir deniz ürünleri şöleniydi bu Ankara'nın göbeğinde. Süreyya Bey her zamanki gibi sihrini yine yapmış ve şovunu haklı olarak kendisiyle ve eserleriyle gurur duyarak tamamlamıştı. Ama daha bitmemişti. Aslında ben yazıya başlarken yediklerimizi değil, sadece bu bölümü yazacaktım. Çünkü bu bölümde olanlar ortamın hayata bakışını, kalite ve farklılık olarak arayışını net olarak ortaya koyuyordu. Ama sonra yazmaya başlayınca yine dayanamadım, yediklerimizi de yazdım. Yemek şovu bitmişti, biz kahvelerimizi ve digestif içkilerimizi içiyorduk, birden masaya iri limonlarla dolu şık bir çukur tepsi geldi. Birkaç limon kesilip bu iri limonların kabuklarına sürülmüş. Tepside bir mekanizma var.Altından saf oksijen veriliyor ve kenardaki minik pervane de çalıştırılınca tüm masaya olağanüstü güzellikte ve yoğunlukta saf oksijenli bir limon kokusu yayılıyor. Uzun bir yemekten sonra masadakileri rahatlatmak için düşünülmüş bir sunuş bu. Süreyya Bey aynı zamanda dünyadaki moleküler yemek trendini Türkiye'de en iyi tanıyan, takip edip uygulayan bir yaratıcı da. Bu yaratıcı dokunuşa bayıldım doğrusu;sadece bu bölümü yazmış olsaydım da ortamı ve onu yaratanı anlamış ve kavramış olacaktınız. Zaten önceden düşünüyordum, bu şovu da gördükten sonra iyice karar verdim. Mr.Gurme programımızın beşincisini deniz ürünlerine ayırıyoruz ve çekimi de tabii ki Trilye'de Süreyya Bey ile yapacağız. Gelecek cuma sabaha karşı ekibi toplayıp gidiyorum Ankara'ya.


Yorum Yazın